Turk Dunyası Sehirleri
TÜRK DÜNYASI ŞEHİRLERİ  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Ziyaretşi defteri
  İstanbul
  Ankara
  Anıtkabir
  Bakü
  Askabat
  Astana
  Almatı
  Taşkent
  Buhara
  Semerkand
  Bişkek
  Urumçi
  Kaşgar
  Turfan
  Kızıl
  Abakan
  Altay
  Yakutsk
  Kazan
  Ufa
  Çubuksaray
  Nalçik
  Bahçesaray
  Kerkük
  Tebriz
  ALFABELER
  TURK ALFABESİ
  SOGD ALFABESİ
  OSMANLI ALFABESİ
  LATİN ALFABESİ
  KAZAK ALFABESİ
  KİRİL ALFABESİ
who's online
Bugün 8 ziyaretçi (8 klik) kişi burdaydı!
İstanbul

İSTANBUL'un TARİHÇESİ

Eski İstanbul(Tranvay)

İstanbul'un tarihi 300 bin yıl önceye kadar uzanır. Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yasadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Ama bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. M.S. 4. Yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.

İSTANBUL TARİHİNDEKİ BELLİ BAŞLI DÖNEMLER

Bizantion (M.O. 660 - M.S. 324) Yunanistan'dan gelen Megara'lılar M.Ö. 680'lerde Marmara Denizi'ni geçerek İstanbul'a ulaştılar ve bugünkü Kadıköy'de Halkedon adını verdikleri bir kent kurdular. "Körler Ülkesi" olarak da anılan Halkedon'un halkı tarımla uğraşıyordu. M.Ö. 660'larda da Trak kökenli komutanları Bizans önderliğinde yola çıkan Mega'lıların diğer bir kolu bugünkü Sarayburnu'nun olduğu yerde başka bir kent daha kurdu. Efsaneye göre Delfi Tapınağı'ndaki kahinin öğüdüne uyarak burayı seçen Megara'lılar, komutanlarının adından hareketle, kente "Bizantion " adını verdiler. Bu yörede Megara'lılardan önce de bazı Trak toplulukları yaşadığı bilindiği için Megara'lılarla yerli halkın kaynaşmış oldukları sanılmaktadır. Pek çok istilalara uğrayan Bizantion, M.Ö. 269'da Bithynıalılar tarafından yağmalanarak ele geçirildi. M.Ö. 202'de Makedonyalılar'in tehdidinden korkarak, Bizantion Roma'dan yardım isteğinde bulundu. Bu dönemden itibaren kentte Roma İmparatorluğu'nun etkisi başlamış ve M.Ö 146'da kent Roma'nın egemenliğine girmiştir. Önceleri idari olarak varlığını sürdüren kent, daha sonra Bitinya-Pontus eyaletinin bir parçası haline gelmiştir. Böylece 700 yıllık kent devleti statüsü sona ermiştir. Eski İstanbul Evleri 73 yılında Bizantion Roma'nın Bithynia-Pontus eyaletine bağlandı. İmparator Vespasianus kentin gelişimine katkıda bulundu. 193 yılına gelindiğinde, Roma İmparatoru Septimus Severus, Partlar'in tarafını tutan Bizantion'u kuşatarak kenti yağmalayıp, surları da yıktırdı. Daha sonra ise surları yeniden inşa ettirip, kenti imar etti. Yeni binalarla sokakları düzenledi. Hipodrom inşaatını başlattı. 269'da kent bu defa Gotlar'ın saldırısına uğradı. Zafer kazanan Gotlar, deniz kıyısına yakın bir yere sütunlarını diktiler. 13'de Nicomedialılar kenti ele geçirdiler. I. Constantinus, Nicomedialilar'la yaptığı savası kazanarak kenti geri aldı.

Roma İmparatorluğu'nun başkenti (324 - 395)Bizantion Roma'nın Doğu'sunun yönetim merkezi olarak seçildi. Bu yeni konumu, kentin dünya kültürü ve siyaseti içindeki önemli rolünü de belirledi. I. Constantinus (324-337), Romalı soyluları Bizantion'a çağırarak kentin Romalı nüfusunu artırdı. Yeni başkentin konumuna yakışır bir imar hamlesi başlatıldı. Limanlar ve su tesisleri yeniden düzenlendi. Kent içi su dağıtım sistemlerinin temelleri atıldı. Savunma için yeni bir sur yaptırıldı. Septimus Severius'un başlattığı hipodrom inşaatı tamamlandı. 100 bin kişilik hipodromun genişliği 117, uzunluğu ise 480 metreydi. Hipodrom duvarlarinın üzeri çok sayıda heykelle süslüydü. En önemlisi de at heykelleriydi. Kentin Latinler tarafından istila edilmesiyle bu at heykelleri Venedik'e, San Marco Meydanı'na taşındı. Hipodrom'daki (Sultanahmet Meydanı) imparatorluk sarayı (Sultanahmet Camisi'nin bulunduğu alan) ve anıtsal ibadethaneler, akropolis (Topkapi Sarayı'nın bulunduğu yer) yapıldı. Önceleri Nea (Yeni) Roma adı ile anılan kenti, I. Constantinus kendi adıyla özdeşleştirdi. 11 Mayıs 330 tarihinde kentin adı Constantinopolis olarak ilan edildi. Önce Aya Irini, ardından 360 yılında da Ayasofya kiliselerini yaptıraran I. Constantinus, kenti Hiristiyan dünyası için önemli bir merkez haline getirdi.Bizans İmparatorluğu Dönemi (395 - 1453) 476'da Batı Roma'nın yıkılmasından sonra Doğu Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu'na dönüşmüş ve İstanbul da, bu yeni imparatorluğun başkenti haline gelmiştir. 6. yüzyılın ortaları, Bizans İmparatorluğu ve İstanbul için yeni bir yükseliş döneminin baslangicidir. İmparator I. Jüstinyen yönetimindeki bu dönemde daha önce tahrip edilmiş olan Ayasofya bugünkü haliyle yeniden inşa edilmiş, 543'lerde kentte görülen ve nüfusun yarısının ölümüne sebep olan veba salgınının izleri silinmiştir.

7, 8 ve 9. Yüzyıllar İstanbul için kuşatılma yılları oldu. Yedinci yüzyılda Sasaniler ve Avarlar'in saldırısına uğrayan kenti, sekizinci yüzyılda Bulgarlar ve Müslüman Araplar dokuzuncu yüzyılda ise Ruslar ve Bulgarlar kuşattılar. 1204'de kent Haçlılar tarafından ele geçirildi ve yağmalandı. Bu işgal ve yağma sonrasinda ortaçağın en büyük kenti 40-50.000 nüfuslu, yoksul ve harabe bir kente dönüştü. Bu dönemden sonra İstanbul sürekli küçülmeye ve fakirleşmeye başladı. Şehrin soylu ve zenginleri İznik'e göç etti. Latin İmparatorluğu sadece İstanbul ve yöresinde egemenlik kurabildi.İznik (Nikia), Trabzon ve Yunanistan'daki Epiros'ta bir Bizans muhalefeti gelişti. 1254 yılına gelindiğinde Latin İmparatorluğu çepeçevre kuşatılmıştı. Bu esnada İstanbul çok fakirleşmiş hatta Latin İmparatoru II. Baudouin ısınmak için sarayının ahşap bölümlerini yakacak olarak kullanmaya başlamıştı. Nihayet 1261 yılında Palailogos Hanedani İstanbul'u tekrar ele geçirdi ve böylece İstanbul'daki Latin dönemi sona erdi.

Eski İstanbul (Aksaray) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1453-1923)Kent, 1391 yılından başlayarak Osmanlılar tarafından kuşatılmaya başlandı. 1396'da I. Bayazıd (1389-1403), Karadeniz'den gelecek yardımları önlemek için kentin Anadolu yakasına bir hisar yaptırdı.Kenti almaya kararlı olan II. Mehmed de (1451-1481), Bizans'a Kuzey'den gelecek yardımları her iki taraftan Boğaz'ı tutarak önlemek için bu defa kentin Avrupa yakasına Rumeli Hisarı'nı inşa ettirdi. İstanbul'un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli olan çok büyük toplar döktürüldü. 16 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturuldu. Asker sayisi iki kat arttırıldı. Bizansın yardım almasını engellemek için yardım yolları kontrol altına alındı. Ceneviz'lilerin elinde bulunan Galata'nın da savas esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuvvetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı. İki aya yakın süren bu kuşatma dönemi 29 Mayıs 1453 günü sabaha karşı başlayıp, öğleden sonra kentin ele geçirilmesiyle tamamlandı. Bu tarihten itibaren İstanbul bir Osmanlı kenti oldu.

Fetihten sonra şehrin kalkındırılması için yeni iskan bölgeleri oluşturuldu. Bizans'in son dönemlerinde görkemini yitirmiş olan kentte, öncelikle eskiden kalma binalar ve surlar onarılmaya başlandı. Bizans altyapıları üzerinde Osmanlı'nın temel kurumlarının binaları yükselmeye başladı. Büyük su sarnıçlarının da korunması sağlandı. Osmanlı kimliğine uygun bir gelişme gösteren İstanbul artık imparatorluğun başkenti idi. Nüfusu artırmaya yönelik bu iskan ve sürgünlerle oluşan mahalleler daha sonraki Istanbul idari yapısının temelini oluşturdu. 1459'da İstanbul her biri farklı demografik özellikler taşıyan dört idari birime ayrıldı. Bunlardan biri idarenin merkezinin olduğu Suriçi, diğer üçü ise surdışında yeralan ve "Bilad-i Selase" olarak adlandırılan Eyüp (Büyük ve Küçük Çekmece, Çatalca ve Silivri dahil), Galata ve Üsküdar'di. 1457 sonunda eski başkent Edirne'nin uğradığı büyük yangınla şehre yeni göçmenler geldi ve şehir oldukça şenlendi. İstanbul, fetihten elli yıl sonra Avrupa'nın en büyük şehri haline geldi. 16. yüzyıla büyük bir şehir olarak giren İstanbul, Küçük Kıyamet olarak anılan 14 Eylül 1509 depreminde çok zarar gördü. 8 Şiddetinde olduğu tahmin edilen ve artçı sarsıntıları 45 gün süren depremde binlerce bina yıkıldı, binlerce kişi öldü.

Eski İstanbul İstanbul, 1510'da Sultan II. Beyazıd tarafından 80.000 kişinin istihdamıyla neredeyse yeniden kuruldu. Bu yüzden günümüze gelebilen eserlerin büyük çoğunluğu bu devirden kalmıştır. 1520-1566 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman yönetiminde İstanbul birçok değerli esere ve izleri günümüze kadar ulasan bir kent planına kavuşarak, gelişmiştir. Bu dönemde özellikle Mimar Sinan imzalı birbirinden değerli çok sayıda eser inşa edilmiştir. Veba salgını, yangınlar ve sellere rağmen Kanuni dönemi İstanbul için tam bir yükseliş dönemi sayılmıştır. Lale Devri olarak da anılan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamliğındaki 1718-1730 yılları, itfaiye teskilatının kurulması, ilk matbaanın açılması ve çesitli fabrikaların inşasıyla İstanbul'un değişmeye başladığı dönemdir. 3 Kasım 1839'da Topkapı Sarayı'nın Gülhane Bahçesi'nde okunarak halka ilan edilen Tanzimat Fermani ile İstanbul'da yeni bir dönem açıldı. Batılılaşma sürecinin hızlandığı bu dönemde İstanbul'da mimariden yaşama tarzına, eğitim kuruluşlarından sanayi kuruluşlarına kadar birçok alanda yenilikler yaşandı.

Bu dönemde şehir yeni alanlara doğru genişlemeye başladı.Suriçi Bakirköy yönünde, Galata ise Teşvikiye yönünde yayılırken; Boğaziçi'nde Sarıyer'e iskan hızlandı. Anadolu yakası ise bir taraftan Bostancı, diğer taraftan Beykoz'a doğru büyüdü.Bu yıllar, altyapı ve kent hizmetlerinde de önemli gelişmelere sahne oldu. Haliç üzerine köprü yapılması, tünel (metro), Rumeli Demiryolu, kent içi deniz tasımacılığı yapan Şirket-i Hayriye'nin açılması, Şehremaneti (Belediye) örgütünün diğer belediye dairelerinin kurulması, ilk telgraf hattinin çekilmesi, Zaptiye Nezareti'nin kurulması ve ona bağlı karakolların açılması, Vakıf Gureba Hastanesi'nin hizmete girmesi ve Atlı Tramvay Şirketi bu gelişmelerin sadece bazılarıdır. 23 Aralık 1876'da I. Meşrutiyet ve 24 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilanlarına sahne olan ve halk arasında "Üçyüzon Depremi" denen 1894 depreminde büyük zarar gören İstanbul', II. Dünya Savaşı'nın ardından 13 Kasım 1918'de İtilaf Devletleri donanmasınca işgal edildi.

1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla İstanbul'un başkent dönemi sona erdi.

İSTANBUL'A MERHABA

 

Deniz ve Vapur Eski Dünyanın merkezinde yer alan İstanbul tarihi abideleri ve şahane tabii manzaraları ile ünlü, önemli bir megapolistir.Asya ile Avrupa Kıtaları'nın dar bir deniz geçidi "Boğaziçi" ile ayrıldığı yerde, iki kıta üzerinde kurulu tek şehirdir. 2500 yılı aşan bir tarihe sahip olan İstanbul, deniz ve karaların kucaklaştığı bu stratejik bölgede kuruluşunu takiben önemli bir ticaret merkezi olmuştu. Tarihi İstanbul şehri üç tarafını Marmara Denizi, Boğaziçi ve Halic'in sardığı bir yarım ada üzerinde yer alır. Burası 3 dünya imparatorluğuna, Roma, Bizans ve Osmanlı Türkleri'ne başkent olmuş,1600 yılı aşan bir süre boyunca 120 den fazla imparator ve sultan burada hüküm sürmüştür. Dünyada bu özelliğe sahip tek şehirdir.Gelişim sürecinde surlar her defasında daha batıya inşa edilerek şehir 4 defa genişletilmişti. 5 yy Roma devri surları ile çevrili, 7 tepe üzerine kurulu İstanbul, Türk sanatının şaheser eserleri, buralara kondurulmuş "taçlar" gibi,Sultan camileri ile süslüdür.Şehrin silueti her yönden güzel, muhteşem ve huzur verici bir manzaradır.Çok emin bir tabii liman olan Haliç şehrin gelişmesinde önemli rol oynamıştı. Ana yolların denize ulaştığı kavşak noktasında yer alması, kolay savunulur bir yarım ada, ideal iklim, zengin ve cömert tabiat, stratejik Boğaziçi'nin kontrolü gibi özellikler ve coğrafi konumunun dünyanın merkezinde bulunması İstanbul'un kısmetidir.

İmparatorluklar başkenti olduğu sıralarda, devlet ile birlikte dinlere de idari merkez olmuş, Doğu Hıristiyanlığı Patrikliği kurulduğu zamanlardan günümüze kadar bu şehirde üslenmiş,Hıristiyan dünyasının en büyük ilk kilise ve manastırları buradaki pagan mabetlerinin üzerinde yükselmişti.
İstanbul'un fethini takiben yüz yıl gibi bir sürede sanat eserleri camiler, saraylar, okul, hamam, ve diğer tesisler şehri donatıp Türk karakterine kavuşturmuş, harap halde mevcut kiliselerin bazıları da tamir ve tadil edilerek camiye çevrilmişlerdi.

Balık Tutan İnsanlar

Osmanlı Sultanlarının İslam Dini'nin halifeleri olduğu 16 yy dan Cumhuriyetin ilk yılı 1924 e kadar bu sembolünde merkezi İstanbul'dur. Yahudilik her liman şehrinde olduğundan daha fazla İstanbul'da yerleşmiş,15 yy da Türk'lerin İspanya'dan kurtarıp getirdikleri de mutlu, yeni hayat tarzına bu şehirde başlamışlardı.İstanbul,cami,kilise ve sinagogların yan yana mevcudiyetlerini sürdürdüğü bir toleranslar merkezi olagelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu çöküş yıllarında şehir, zengin, gösterişli bir çok eser ile süslenebilmiş, saraylar Avrupa sanatının tesirinde yapılmış, Halic'in kuzey yamaçları Galata ve Beyoğlu semtleri Avrupai kimliklerine bürünmüşlerdi. Birinci Dünya savaşlarında taraf olan İmparatorluk çöküp yerine kurulan genç Cumhuriyetin başkenti Ankara'ya taşıması, İstanbul'un önemini azaltmamıştır. 2. Dünya savaşlarını takip eden yıllarda başlayan ve 1950 den sonra hızlanan plansız gelişme eski şehrin dokusuna tesir etmiş, maalesef ahşap yerleşim yerleri süratle yok edilirken her yer beton binalarla dolmuştur. Dışardan yapılan göçler ile nüfus patlamasına uğrayan İstanbul kısa sürede tarihi surların çok ötelerine taşmış, sur içi alanlar atölye, fabrika ve iş yerlerinin istilasına uğramış, açılan ana arterler trafik için çözüm sağlayamamış, alt yapı eksikliğinden dolayı Haliç ilk kirlenen yer olmuştu. 1980'li yıllarda başlayan kurtarma hamleleri ile İstanbul tarihinde görmediği bir yeniden yapılanma sürecine girer.Haliç kıyılarında binlerce yapı istimlak edilerek kıyı boyu yeşil kuşakla çevrelenmiş, Marmara Denizi kıyıları doldurularak park ve bahçelerle donatılmıştır.Drenaj sistemleri tamamlanarak, atık sular fiziki ve biyolojik arıtılmış, şehri çevreleyen denizlerin kirlenmesi önlenmiş, hava kirliliği, artık doğal gaz kullanıldığı için oldukça azalmıştır.

Roma şehir surları restorasyonları başlatılmış, can damarı Beyoğlu yeni açılan bir cadde ile kurtarılmış, daha önceki yıllara nazaran genel temizlik, bakım, çöp işleri Avrupa standartlarını yakalamıştır. Çevre yolları Boğaziçi'ni 2 asma köprü ile geçerek kıtaları bağlarken, Avrupa yakası hızlı tramvay ve nihayet metro sistemine kavuşmuş, kıyılarda inşa edilen deniz otobüsleri terminalleri ile deniz taşımacılığında sürat ve konfor sağlanmıştır. Tarihi yarım adadaki bütün sınai tesisler şehir dışında yapılan modern sitelere taşınırken, yeni şehirler ve uluslararası otobüs terminali de trafik yoğunluğunu rahatlatmıştır. Eski hapishane binası ile şehrin betonarme ilk büyük yapısı 5 yıldızlı otellere çevrilerek turizme tahsis edilmişlerdir. Şehir doğu-batı ekseninde Marmara kıyıları boyunca dinamik büyümesini tüm hızı ile sürdürmekte, gelişmektedir. 

KUŞBAKIŞI İSTANBUL

İstanbul'dan Gece Görünüm Denizler ve karalar dantel gibi işlenmiş İstanbul coğrafyasını 4 bölüme ayırmıştır. Halic'in kıyılarında Eski İstanbul ve Galata, Boğazın iki yakasında, eskiden her biri ayrı köyler olan, artık birleşmiş yerleşim alanları yer alırlar. Dünyanın en küçük denizi olan Marmara Denizi kıyıları boyunca uzanan meskun yerler, şehrin ulaştığı boyutların büyüklüğünü gösterir. Eski Şehir 22 km surların çevrelediği üçgen bir yarımadanın 7 tepesi üzerine yayılmıştır. Burası Byzantion, Yeni veya İkinci Roma, Konstantinopolis veya Polis adları ile anılmış tarihi yerleşimdir. Marmara ve Haliç surları zaman içinde, kısmen yok olmuş, kara tarafı esas surlar ise nispeten korunarak günümüze gelebilmiştir. Üçgen yarımadanın geniş batı kenarı kara surları, iki yanı deniz surları, uç doğu noktası da Topkapı Sarayı sahilleridir. Burası 7 tepenin en geniş ve uzun olanı, ilkidir. Saray şehir içinde şehir gibi, surla çevrili, muazzam bir kompleks yapı olup zengin, çok önemli eserlerin sergilendiği bir müzedir. Festival günlerinin eşsiz mekanı Aya İrini ve benzerleri arasında önemli ve tek olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri sarayın ilk avlusunda yer alırlar. Dünyanın 8. Harikalarından Aya Sofya Müzesi, güzelliği şöhreti kadar etkili Sultan Ahmet Camii, Roma Hipodromu, Yerebatan Sarayı Sarnıcı birinci tepenin düzlüğünde bulunurlar. İkinci tepe en eski, en büyük "Kapalı Çarşı" nın mekanıdır, Nuruosmaniye Camii, şehrin Roma başkenti olması armağanı Çemberlitaş sütunu buradadır. Üçüncü tepede Süleymaniye, dördüncü de Fatih camileri yükselirken, iki tepe arasında Roma devri su kemeri uzanır. Şehzade Camii ve İstanbul Belediyesi de burada bulunur. Eskiden şehrin su ihtiyacını karşılayan devasa Roma devri açık sarnıçları daha yüksekteki diğer tepelerdedir. Sultan Selim camii beşinci, Kariye Müzesi de altıncı tepenin yamacında yer alır. Bu tepelerin sırtlarından geçen, Aya Sofya meydanından başlayıp, kollara ayrılarak sur kapılarına ulaşan yollar, Roma güzergahlarını takip ederler. Batıda sınır çizen, üç sıra tahkimli kara surları, Roma askeri mimarisinin en görkemli örneğidir. Surlar kuzeyde, Eyüp'te Halice ulaşır. Semte adını veren Eyüp Sultan camii, şehirde ilk inşa edilen cami olarak bilinir.

Haliç 8 km uzunluğunda dar, boynuz gibi kıvrık bir körfezdir. İstanbul'un benzersiz ve şahane silueti en güzel şekilde denizden, Asya kıyılarından ve Haliç girişinden hareket eden vapurlardan seyredilebilir. Temizlenme özlemi giderilmiş, balıkları geri dönmüş ve etrafını saran park ve bahçeleri seyretmekte, kalan tersanenin sularından götürülmesini beklemektedir. Ortodoks Patrikhanesi ve küçük, şirin Bulgar Kilisesi bu civara yerleştirilen eski Galata köprüsü ile karşı sahile bağlanmışlardır. Burada yer alan Koç ailesinin enteresan yeni müzesi değişik objeler sergilemektedir. Haliç 2003 yılında açılan Türkiye’nin harika eserlerinin maketler parkı mini dünyalar ile yeni bir seyir mahalli kazanmıştır.

Galata bölgesi ve uzantısı Pera eski şehirden farklı görünümlere sahiptir. Sembolü Galata kulesi olan bu semt yokuşlu sokaklarla yukarı sırtlara, Beyoğlu'na yol verirken, yapıldığı devrin özelliklerini koruyan, 100 yıl evvelki Avrupa tesirli mimari mirasını, dış görüntü ile yaşamaktadır. Avrupa'nın ikici eski metrosu Tünel halen "en kısa" olan unvanını korumaktadır. Tünelin üst ucu İstiklal Caddesinin başlangıcıdır. Eski tramvayların tekrar servise konulduğu, yalnız yayalara açık cadde, Cumhuriyet devrinde konsolosluklara tahsis edilen eski elçilik binaları ile çevrilidir. Divan Edebiyatı müzesi Tünel de, Mevlevi Tekkesi (18 yy).olan güzel bir yapıdadır. Cadde yarılarında meşhur Galatasaray Lisesi, karşı sırada da Çiçek Pasajı renkli, otantik restoranları, balık ve meyve pazarı bulunur. Sinemalar, tiyatro, kafe, lokanta ve eğlence yerleri ile yan, yana sıralanarak Taksim meydanına ulaşan cadde eski parlak, hareketli, daima kalabalık gün ve gecelerinin özlemine yeniden kavuşmuştur. Türk Kurtuluş Savaşını, Atatürk ve arkadaşlarını sembolize eden, göz okşayan abide Taksim meydanını süslemektedir. Yeni metronun ana terminali meydanın altında, Atatürk Kültür Merkezi de kuzeyde yer almaktadır.

istanbul Galata 5 yıldızlı Hyatt ve Intercontinental otelleri Taksim parkındadır, İstanbul Hilton Oteli de buradadır; sınıfında Türkiye'de yapılan ilk otel olan Hilton (1955) halen en meşhur ve en iyi olma özelliğini korumaktadır. Radyo Evi, türünün en zenginlerinden olan İstanbul Askeri Müzesi, Lütfü Kırdar Kongre Sarayı, Açık Hava Tiyatrosu da bu civardadır. Kuzeye doğru, küçük butiklerin sıralandığı, resim ve sanat galerinin yaygın bulunduğu, daima hareketli Nişantaşı ve Şişli kesimleri yer alır. Daha da kuzeyde, Etilerde Ak Merkez alışveriş merkezi yeni ve büyük boyutlarda imkanlar sunmaktadır. Bu civara inşa edilen yüksek binalar şehrin manzarasına değişiklik kazandırmıştır.

Yenilenen Galata Köprüsü üzerinden Sanat Tarihi'nin en güzel abidevi eseri olan Süleymaniye Camisi'nin muhteşem ve görkemli görüntüsünün seyri doyumsuzdur. Valide Camii ve Mısır Çarşısı köprünün karşısına yerleşmiştir. Başlangıçta baharatçı esnafı için tesis edilen çarşı, 100 dükkanı ile şehrin ikinci büyük ve hareketli mahallidir. Orijinal dükkanlar yanında çeşitli mallar ve kuru yemiş satanlar, dışarıda da balıkçılar ve meyveciler, çiçekçiler sıralıdır. Köprü yanındaki iskelelerden karşı, Asya kıyılarına, Üsküdar ve Kadıköy'e, Boğaziçi'ne veya Adalara düzenli vapur seferleri yapılır. Kayıklarda satılan balık-ekmek ve soğan piyasası her zaman müşteri bula gelmiştir. Eski şaşalı Orient Ekspresi günlerinin hayali ile yaşayan Sirkeci tren istasyonu ilginç mimarisi ile Sirkeci meydanını süslerken, sahildeki Sepetçiler Kasrı Uluslararası basın mensuplarına hizmet vermektedir. İstasyon önünden tepeye tırmanan ünlü Bab-ı Ali yokuşu İstanbul Valiliğine giden tarihi bir caddedir.

Tophane ile Galata Köprüsü arasında uzanan rıhtım yalnız turist gemilerine tahsis edilmiştir. Nisan ayında başlayan seferler ile Ekim sonuna kadar süren sezonda şehre milyonlarca gezgin gelir. Tophane binası şehrin sanat hayatına hizmet veren bir galeri olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu semtin ilerisinde Dolmabahçe Sarayı ve Camisi Boğaziçi kıyısını birer mücevher kutusu gibi süslerler. Sarayın arkasında, yamaçta 5 yıldızlı Swiss otel yükselir. Buradan karşı kıyıdaki Üsküdar ve Çamlıca tepelerinin ve batıda Topkapı Sarayı ile Aya Sofya'nın güzellikleri görünür.

Boğaziçi , Kara Denize doğru nehir gibi kıvrıla, kıvrıla uzanırken, 30 km boyu ancak uçaktan seyredilebilir; kıyılarından ise her burunu dönünce değişen, göl manzaralarına sahiptir. Sahiller; saraylar, camiler ve yalılar ile süslü yamaçlar ve tepeler, denizin rengine yansıyan yeşilliklerle kaplıdır. Eski Hisarlar ve modern 2 asma köprü tabiatın bu güzelliğine şahitlik ederler. Beyaz martılar, beyaz vapurları takip eder. Yatlar, gemiler lacivert sularda süzülürken, bir burunun ötesinden, kara hayaletler gibi görünen dev tankerlerden biri, Karadeniz'den getirdiği tehlike dolu petrol yükü ile bu, dünyada bir benzeri daha olmayan güzel su yolunu, boru hattı gibi, ancak tehditler saçarak, aşmaya çabalayabilir. Geceleri suları pırıltılar ile oynaşan Boğaziçi'nin kuzey kesimleri yerleşime açık olmayıp, yeşilliklerle sarılıdır.

Üsküdar Asya dan gelen yolların son durağı olarak gelişmiş tarihi bir semttir. Avrupa'ya en kısa geçiş noktası Üsküdar, güzel camilerle bezelidir. Çamlıca tepelerine giden sırtlar selvi ağaçları ile kaplı, eski-yeni mezarlıklarla dolu; Büyük Çamlıca Tepesi, park içinde manzara seyir noktası olarak bütün şehire hakim bir mesire yeridir. Sahilde uzanan yoldan güzel Kız Kulesi ve İstanbul yarımadası eserleri, bütün haşmetleri ile seyredilerek Kadıköy'e varılır. Şehrin en büyük eski binası Selimiye Kışlası veya Batıda bilinen adı ile Florence Nightingale Hastanesi, Haydarpaşa Lisesi iken üniversiteye bırakılan güzel yapı ve Prusya mimari üslubundaki Haydarpaşa Tren Garı bu bölgenin karakteristik yapılarıdır. Kıyı boyu şehrin ticari liman tesisleri uzanır.

Seyir Halinde Bir Vapur Kadıköy, efsanelerde civardaki ilk yerleşim yeri olarak anılır. Tipik çarşısı, güzel Moda koyu, Fenerbahçe parkı ve marinaları, modern Bağdat caddesi ile meşhur, asude, bir semttir. Bir kötü kader gibi, burası da müthiş imar faaliyetleri sonunda eski şahane, bahçeli köşk ve konaklarının pek çoğuna artık sahip değildir. Merkezde ve civarda yeni yapılan alışveriş galerileri şehirin en modern ve büyükleridirler.

Adalar İstanbul'un sayfiyesi olma özelliğini titizlikle koruyan yerlerin ilk sırasında yer alırlar. Adalara ulaşım deniz otobüsleri ile süratlenmiş ise de oradaki tek vasıta faytonlardır. Yazlık evler, bakımlı güzel bahçeler iskelelere yakın yerlerdedir. Baharlarda ve yaz boyu gezilmesi moda olan, çamlıklarla örtülü adalar kış mevsimi ıssızlaşırlar. Her mevsimi ayrı güzelliktedir. Adalar hafta sonları pikniği ve yüzmek için halkın ve yatçıların rağbet ettiği yerlerdir.


İSTANBUL'un İKLİMİ

 
 
4 Mevsimi de yaşar İstanbullu. Akdeniz ikliminin serin benzeridir: Kısa İlkbahar, ideal Yaz sıcaklığı, uzun, mavi göklü Sonbahar ve ıslak Kış. Boğaziçi Erguvan korularının pembesine bürülüdür İlkbaharlarda. Park ve bahçeler lale ve çiçeklerle bezelidir.
 
Mart serin, yağışlı; Nisan ve Mayıs tam bahar… Haziran yarı bahar yarı yaz gibidir. Bir deyim "karpuz kabuğunu görmeden denize girme" der. Eylül sonlarına kadar İstanbul'un denizleri yüzmeye elverişlidir.
 
Temmuz ve Ağustos aylarının belki 2-3 haftası sıcaklık artabilir, bu süre dışı, bazen bir kaç gün bulutlu ve serin bile olabilir. Deniz ve karaları böylesi harmanlanmış bir bölgenin havasına tam güven olamaz. Sabah bulutları öğlen dağılıp, güneşi davet edebilir. Yılın uzun bölümü, sabah pusu semayı sedef parlaklığında tutarken, Sonbahar en uzun mevsimdir. Palto, yağmurluk, bazen de kürk kışı yaşanır; Aralık ayından Marta kadar.
 
Karlı veya dondurucu kış günleri sayılıdır. Serin, kuzey "poyraz" rüzgarı ile yağışlı, ılık güney "lodos"u yıl boyu hakim rüzgarlardır. Şehir sınırlarında şiddetli son kış 1978 yılında yaşanmış, hava limanı 3 gün kısmen kapanmıştı.
Karlı günlerin özlemini çekenler için Bursa Uludağ her türlü kış sporları için yakındadır.
Ortalama yıl boyu sıcaklığı: 13.7 C En soğuk ay: Şubat 5 C En sıcak aylar: Temmuz- Ağustos
Yıllık yağış ortalaması: 691 mm Ortalama karlı gün: 7 dir.
Denizleri çevre alt yapıları tamamlandıkça temizlenen İstanbul, kirlilik günleri öncesi gibi zengin, plaj imkanlarına tekrar kavuşmuştur. Merkezden bir saatten az sürede ulaşılan Karadeniz kumsal plajları, Adalar, Marmara Denizi yaz boyu yüzülebilen yerlerdir.
 
Boğaz suları akıntılı ve serin olduğu için tecrübeli kimselere göredir. Kara Deniz dalgalı günlerinde açık denizler gibi olur. Dünyanın hiç bir şehri bu kadar yakınında böylesine, konum ve zevkleri, tuz oranları farklı, tehlikesi olmayan denizlere ve plajlara sahip değildir. Yaşlı İstanbulluların hatırladığı, Haliç'te yüzülen günler 2000 yılından önce, belki de tekrar yaşanabilecektir. 
2000 YILLARINDA İSTANBUL
 

Boğaz Köprüsü ve Kızkulesi

"Türkiye Cumhuriyeti'nin Yetmişbeş Yılı" 1998 de büyük coşku içerisinde kutlanıldı. Binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip Türk Ulusu, kısa sürede Cumhuriyet döneminin kazandırdığı çağdaş yaşam özelliklerini benimsemiş, gelenek ve görenekleri uyumunda, Atatürk'ün mirasına sahip çıkmış, çok partili parlâmenter rejim ile de ülke tarihinde görülmemiş kalkınma hamleleri başlatılmıştır. Sahiller liman ve marinalarla, şehirler hava limanları ile dünya ya, Türk endüstrisinin gemileri okyanuslara, ürünleri de dünya pazarlarına açılmıştır. Türk Ordusu jeopolitik öneminden dolayı devamlı modernize edilmekte, gençlik çağdaş eğitim imkanları ile yetiştirilmektedir. Turizmde dünyanın önde gelen ülkeleri arasına katılan Türkiye, Akdeniz çanağının en yeni ve lüks otellerine sahiptir. Hemen her akarsuyuna kurulan barajlar sayesinde, enerji ve sulu ziraat alanlarında büyük aşamalar yapılmıştır. Cumhuriyetin 75 yılda Türkiye'ye kazandırdıkları hudut komşuları ve civar ülkeler ile kıyaslandığında apaçık belirmektedir. İstanbul ülkesel kalkınmada payını ve önemini, politika dışında hemen her şeyin merkezi durumunda gelişerek, hak etmektedir. Yeni bir yüzyıla, yapıla gelen çevre düzenlemeleri, yeni konut projeleri, metro genişlemesi, ulaşımın daha fazla deniz yollarına kaydırılması ve uluslararası kongre merkezleri gibi geniş projelerle hazırlanmaktadır. Boğazdan geçen dev gemilerin yarattığı çevre sorunu, uluslararası temaslarla, çözüm beklemektedir.

Kültürel faaliyetler, turizm ve ticaret şehir hayatındaki önemlerini sürdürecektir. Ancak; nüfus artışı, trafik çözümü, düzensiz yapılaşmanın durdurulması meseleleri, kalan ahşap meskenlerin kurtarılması ile Boğaziçi'ne 3. geçiş planlaması çabaları devam edecektir. Daimi bakım ve tamir edilerek titizlikle korunan Roma, Bizans ve Türk eserlerinin yanında veya gölgesinde İstanbul günlük yaşamı renkli ve hareketlidir, burası 10 milyonluk nüfusu ile 65 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti'nin en kalabalık şehridir. Dış alım ve satımlarda, eğlence, kültür, eğitim, alışveriş, turizm ve sanatsal aktivitelerde ülkenin merkezidir. Şehrin nüfusunun yarıdan fazlası Avrupa yakasında yaşar. Karşı,Asya yerleşim mekanlarından iş yerlerine geçen ve dönen büyük kalabalıklar asma köprüler ve deniz taşıtlarını kullanırlar. Her devirde gezginlerin en popüler durağı olan İstanbul, limanları, marinaları ile deniz ulaşımında, genişletilmekte olan mevcut modern hava limanı ve Asya yakasına yapılmakta olan 2. liman ile hava ulaşımında 2000 yılları randevusuna hazırlanmaktadır. Güzel bir tesadüf eseri Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. kuruluş yıldönümü 1998 için yapılan bakım, onarım ve faaliyetler İstanbul'un 2000 yıllarına hazırlık makyajı olmuştur. Enerjisi yeterli, alt yapı problemleri olmayan, havası ve denizleri temiz, ulaşımı sorunsuz, trafik karmaşası asgariye inmiş, yeterli sayıda 5 ve 4 yıldızlı otellere sahip, tertemiz tarihi kapalı çarşıları dışında, birçok büyük, modern ve konforlu alışveriş merkezleri ve buralardaki meşhur dünya markalarının mağazaları yeni olgulardır. İlk Bahar, Yaz ve Son Baharların dinamik, kalabalık turizm hareketliliği sonrası, sakin İstanbul kışlarında, alışveriş ve ziyaret turları modasına, büyük merkezlerdeki indirimli satışlarda destek olmaktadır.

İstanbul Gece Manzarası İstanbul zengin sosyal, kültürel ve ticari aktivitelerle daha da renklenmektedir. Artık Türk yemekleri yanında, Uzak Doğu ve diğer damak lezzetleri lokantaları bollaşmaya başlamış, yeni açılan, çok sayıdaki tam konforlu sinemalarda piyasaya çıkan en son filimler gösteriliyor. Dünya ünlüsü pop şarkıcıları stadyumları doldururken opera, bale, tiyatro gösterileri yıl boyu devam etmekte, mevsimlik festivallerde orkestralar, korolar ,konserler, caz ustaları boy göstermekte, müzik, folklor, tiyatro eserleri kapalı gişe oynamaktadır. Tarihi mekanlar Aya İrini, Rumeli Hisarı, Yedi kule, Topkapı Sarayı avlusu, Gülhane Parkı yanında Atatürk Kültür Merkezi, Cemal Reşit Rey konser salonları, Açık Hava ve modern tiyatro mekanları gösterilere ev sahipliği yapmaktadırlar. 1996 yılında yeniden düzenlenen Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı hemen tam kapasitesine ulaşmıştır. Yeni ve daha büyük kongre saraylarının inşaatları devam etmektedir. Dünya ölçülerindeki kapalı fuar alanları çok rağbet gören faaliyetleri ile devamlı ziyaret edilen mekanlar olmuşlardır. Türk basının kalbi burada atar. Şehir dışına taşınan gazete matbaaları gibi yeni üniversite kampusları da büyük kompleksler şeklinde yapılmaktadır, üniversite, devlet ve özel hastaneler yüksek standartlara kavuşturulmuş olup uluslararası hizmet verebilmektedirler. Gece hayatını sevenler için İstanbul'da yeterli sayıda kulüp, müzikli lokantalar, diskotek, bar ve pavyonlar vardır. Gece kulüplerinin bazılarında folklor ekipleri ve dansöz gösterileri yapılır. Yaz aylarında sayıları artarak açık hava mekanlarına geçen kulüp, restoran ve diskotekler bilhassa hafta sonlarında çok kalabalık olurlar. 

İSTANBUL'un SİT ALANLARI

 
 
TESCİL EDİLMİŞ TAŞINMAZ KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI İLE SİT ALANLARI (AĞUSTOS 2005)

Sit Alanları

Arkeolojik Sit Alanı : 14
Kentsel Sit Alanı : 14
Doğal Sit Alanı : 11
Tarihi Sit Alanı : -

Diğer Sit Alanları

Arkeolojik ve Doğal Sit : 8
Tarihi ve Doğal Sit : 4
Arkeolojik ve Kentsel Sit : 2
Tarihi ve Kentsel Sit : 1
Doğal ve Kentsel Sit : 4

Toplam : 58

Kültür (Tekyapı Ölçeğinde) ve Tabiat Varlıkları : 19512

GENEL TOPLAM :
19570

 
 


More Cool Stuff At POQbum.com


Myspace Graphics
 
Ben Kim?  
  Adım Recep soyadım Yartaşı A.N bilimli EML. 2.sınıf ögrencisiyim bos zamanımı genellikle rAp tarzı müzik dinliyerek,futbol oynayarak ..vb. sekilde degerlendiriyorum bu siteyi yapma amacım Dünyada egemen olan ABD ülkelerinin tanınmasından dolayı kendi Türk devletlerimizin tanınmasını saglamaktır ne kadar tanıtırım orasını şimdiden kestirmek çok güc..

SAYGILARIMLA- Recep YARTASI -AN.BİLİMLİ 10-B
 
KISA KISA....  
  İSTANBUL'un TARİHÇESİ



İstanbul'un tarihi 300 bin yıl önceye kadar uzanır. Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yasadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Ama bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. M.S. 4. Yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.

ANKARA


Ankara'nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yapılan araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin birçok medeniyete beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Belgelere dayanmamakla birlikte ilk adının Galatlar tarafından 'Ankyra (Ancyra)' olarak verildiği ve zamanımıza kadar 'Angora', 'Engürü' ve 'Ankara' şeklinde değişime uğradığı tahmin edilmektedir.

Tarihi, Hitit devrine kadar takip edilebilen Ankara; daha sonra sırasıyla Frigyalılar, Kimmerler, Persler, Lidyalılar, Makedonyalılar, Galatlar, Romalılar ve Selçukluların hakimiyetinde kalmıştır. 1354 yılında Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılan Ankara; 1902 yılında 5 sancak, 21 kazayı kapsamakta iken 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile sancaklar kaldırılmış, Ankara'ya bağlı olan Kayseri, Yozgat, Kırşehir ve Çorum Sancaklarına da 'İl' statüsü verilmiştir.

Temsil Kurulu'nun çalışmalarını yürütmek için karargâh olarak seçtiği Ankara'da 27 Aralık 1919'da büyük bir coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini de burada atmıştır. 23 Nisan 1920'de kurulan TBMM Hükümetinin idare merkezi ilan edilen Ankara, 13 Ekim 1923'de çıkarılan bir kanunla da Türkiye'nin Başkenti olmuştur.

Başkent olduktan sonra hızlı bir şekilde sosyal, ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel gelişime sahne olan Ankara; bugün, tüm sektörler itibarıyla kalkınmış, ülkemizin ikinci büyük metropolü haline gelmiştir.

ANITKABİR

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir.

BAKÜ

Bakü (Azerice: Bakı), Azerbaycan Cumhuriyeti'nin, Hazar Denizi'nin batı kıyısında yer alan başkentidir. Ülkenin en önemli sanayi, ticaret ve kültür merkezi olmanın yanı sıra bir liman kenti olarak da önemlidir.

Nüfusu 2003 verilerine göre 2.000.000'dur. Ancak Dağlık Karabağ'dan ve Ermenistan'dan kaçan mültecilerle birlikte 3.000.000'a yükselmiştir. Halkın ezici çoğunluğu Azeridir. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı'nın (BTC) çıkış noktasıdır. BTC den sonra en büyük proje BTAKdir.

ASKABAT

TARİHÇE

Türkmenler, Türklerin Oğuz grubundandırlar. Ancak, Türkmenleri diğer Ortaasya Türklerinden ayrı tutmak mümkün değildir.
Özellikle Safevi Türk hükümdarı Nadir Şah'tan sonra İranlıların saldırılarına uğrayan Türkmenler 1835'ten sonra Merv bölgesine doğru yayılmaya başlamışlardır. 1860'da Kuşid Han'ın önderliğinde Farsları yenilgiye uğratmışlar ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
1873 te Ruslar Hive'yi işgal etmişler ise de daha sonra yenilgiye uğramışlardır. 1916 da başlayan Türkistan ulusal ayaklanması devam etmiş, 1920'de Hive'yi tamamen ellerine geçirmişlerdir. 1924'te ise Türkmenistan SSCB kurulmuştur.
7 Ocak 1990 tarihinde Türkmenistan'da seçimler yapılmış, resmi dil Türkmence olarak kabul edilmiştir. Türkmenistan 22 Haziran 1990 tarihinde egemenliğine, 27 Ekim 1991 tarihinde ise yeni cumhuriyetlerine kavuşmuşlardır.
Türkmenistan'da daha çok Güneybatı Türk lehçeleri ya da Oğuzca grubuna giren ve Azeri Türkçesiyle Türkiye Türkçesine yakın bir dil kullanılmaktadır.


ASTANA
Tarihi: Türkçe'de "Kazak", sözcüğü özgür, bağımsız, yiğit, cesur anlamına gelmektedir. Kazakların kullandığı dil; Kazak Türkçesi Tatar, Başkut, Nogay, Kırgız, Kıpçak lehçeleri arasında yer alır. Kazak Türkçesinin gelişmesi ise Ibray Altınsanın, Çokan Velihanou'un ve Abay Kuranbaydı'nın çalışmalanyla gelişmiş ve Kazaklar arasında konuşma ve yazı dili gelişme göstermiştir. Ayrıca Arapça ve Farsçadan daha az etkilenmiştir.
Kazakistanda yapılan kazılarda elde edilen buluntuların Yenisey motiflerine benzediği dikkat çekıniştir ve özellikle Kök Türkçe mezar kitabeleri üzerinde bilim adamlarının yapıtkları araştırmalarda Kazakistandaki Türk varlığıyla ilgili önemli belgeler çıkarmışlardır. Altaylarda bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistanda da rastlanmış, Güney Kazakistanda, ok uçları, kama sapları, bulundğu görülmüştür.
Ancak Kazaklann ortaya çıkışları çok eskilere gitmesine karşın tarihi kaynak'ara göre Ccngiz Han'ın torunları zamanına rastlamaktadır. Kazaklar kendilerinin Alaş-Alaç adlı Ata'dan geldiklerine inanırlardı. Bu Ata'nın üç oylu olduğu bıınların dn üç kazak boyunu meydana getirdiklcrini kabul ederlerdi.
Geleneksel olarak göçebe olan kazakların tarih sahnesinde etkili olmaları ise Özbek Hanları devrinde olur. Bu dönemde Kazaklar Canı Bel'in Oğ!u Kasım Han İdaresinde Balkaç bölgesinde yaşarlarken, bir kısmı da Burunduk Yönetiminde Urallarda yaşıyordu. Daha sonra Kasım Han, Bütür. Kazaklaı- kendi egemenliği altına alır (1520). 17. yüzyılda ise Tevka Han, Kazak Türklerinin yasal kurallara bağlar. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda Ruslar Türkistan'da önemli işgallerde bulunur. Bu olaya Kazaklar büyük tepki gösterir. 1783'te Sırım Batur önderliğinde Kazaklar bir ayaklanma başlatırlar.
Kazak önderler 1906 da halkta ulusal (milli) bilincin uyanmasını sağlarlar. 1916 da harekete geçerler ve 1917 de Umumi Kazak Kongresini toplayarak Orenbur'u Başkent yaparlar. 1924 de otonom olarak başkentlerini Ak-Mescit'e taşırlar ve 1936 da Sovyetlerin bir üyesi statüsünü kazanırlar.
Kazakistan 1990'da egemenliğini, 1991 tarihiııde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kazakistan Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlerin bir üyesi olmuştur. Kazakistan Cumhuriyetinde sosyal demokrat azat hareketi, milliyetçi Alaş Hareketi, Ulusal Demokrat Parti bulunmaktadır.

ALMATI


Kazakistan, (Kazakça: Қазақстан, Qazaqstan, Rusça: Казахстан, Kazakhstán), resmi adıyla Kazakistan Cumhuriyeti. Orta Asya ve Doğu Avrupa arasında ülke. 2,727,300 km² yüz ölçümü ile (Batı Avrupa'nın yüz ölçümü kadar) dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip dokuzuncu ülkesidir. Komşuları kuzeyde ve kuzeybatıda Rusya Federasyonu, güneyde Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan, doğuda Çin Halk Cumhuriyeti bulunur. Ülkenin ayrıca Hazar Denizi ve Aral Gölü'ne kıyısı vardır.

Bağımsızlığın kazanılmasına doğru 1989 yılında 16,464,464 kişi olan ülke nüfusu, 2006 yılına gelindiğinde 15,300,000 kadar insana düşmüştür. Ülke bugün nüfus bakımından dünyanın 62. büyük ülkesi olmakla birlikte, kilometrekare başına 5.4 insan ile 215. dir.

TAŞKENT

Taşkent (Özbekçe: Toshkent, Тошкент, Rusça: Ташкент) Özbekistan Cumhuriyeti'ne bağlı Taşkent ili'nin başkenti. Orta Asya'nın nüfus bakımından en büyük kenti olan Taşkent, eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde de Moskova , St. Petersburg ve Kiev'den sonra dördüncü büyük kenttir. 1966 yılında yaşanan yıkıcı depremin ardından kent büyük ölçüde yeniden inşaa edilmiştir.
2006 yılı rakamlarında göre şehrin nufusu 2,000,000 dir.

Geniş yolları, yeşil alanları, park - bahçeleri, düzenli yerleşimi, düzenli ve sağlam altyapısı ile kent Sovyet şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biridir.

BUHARA

Buhara (Özbekçe: Buxoro, Бухоро), Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihî şehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları ve çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır.[1] Buhara tarih boyunca bölgenin önemli kültür ve ticaret merkezlerinden bir olmuştur.

SEMERKAND


Özbekistan, resmi adıyla Özbekistan Cumhuriyeti (Özbekçe: O‘zbekiston Respublikasi; Rusça: Республика Узбекистан), Orta Asya'da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden bağımsızlığını kazanmış bir devlet. Denize kıyısı olmayan ülkenin komşuları kuzeyde ve batıda Kazakistan, doğuda Kırgızistan ve Tacikistan ile güneyde Afganistan ve Türkmenistan'dır.

BİŞKEK

Bişkek (Kırgızca ve Rusça: Бишкек), Kırgızistan'ın başkentidir. 1878 yılında kurulan kentte, 2004 sayımına göre 866.300 kişi yaşar. Kent, Sovyetler Birliği döneminde (1926-1991 arasında), Bolşevik askeri önderlerinden Mikhail Frunze'nin anısına Frunze adıyla anılmıştır.

Bişkek, geniş yolların, mermer devlet yapılarının, Sovyetler Birliği biçeminde apartman bloklarının birarada bulunduğu bir kenttir. Kent, bir satranç tahtası biçiminde tasarlanmış olup, sokakların çoğunun iki yanında agaçları sulama amaçlı dar arklar bulunur. Bu yolla sulanan ağaçlar, yazları sıcakta gölgelik görevi gördükleri gibi, kenti de güzelleştirirler.


URUMÇİ

Urumçi (Uygurca: ئۈرۈمچی (Ürümçi), Çin'in kuzeydoğusunda Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti olan 5 milyon nüfuslu bir şehirdir. 10.989 km²'lik bir alan kaplar. Şehrin adı 1954'e kadar Dihua`ydı. Bu tarihten sonra ismi Urimçi ve günümüzde de Wurimçi olarak degiştirlmiştir. 174,53 kişi/km².

KASGAR

Kaşgar, (Uygurca قەشقەر Çince 喀什) Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir şehir.

Taklamakan Çölünün batısında Tienşan Dağlarının eteklerinde Çin'in Xinjiang (Doğu Türkistan) özerk bölgesinde yer alan Kaşgar (Kashgar) deniz seviyesinden 1290 m yükseklikte kurulmuştur. Şehrin kuruluşu tarihi Han Hanedanlığı dönmine kadar uzanmaktadır. Şehirde ilk hüküm süren Müslüman Türk hükümdarı Karahanlılar'dan Abdülkerim Satuk Buğra Han'dır.

Kaşgar Karahanlılar zamanında tarım havzasının en önemli kültür merkezi haline geldi. Yusuf Has Hacib ünlü eseri Kutadgu Bilig'i bu şehirde yazdı. Divân-ı Lügati't-Türk'ün yazarı Mahmud 'da Kaşgar'da doğdu. ŞehirMelikşah zamanında Büyük Selçuklu idaresine girdi. Büyük Selçuklulardan sonra Karhıtayların idaresine giren şehir 1218'de Moğolların eline geçti. Kaşgar 1399'da Timurlular Devleti'nin idaresine girdi. Timur Ankara Savaşı'ndan sonra Anadolu'dan getirdiği Kara Tatarların (Kazan (Qazan) Tatars) bir bölümünü Kaşgar'a yerleştirdi.


TURFAN



Onbeşinci yüzyılın başlarında, Doğu Türkistan ve eski Uygur bölgesinde, Çağatay Hanedanı hüküm sürüyordu. Bunlar, Müslümanlığı benimsemiş ve Müslüman olmayan Oyrat ve Kalmuklarla savaşmakta, cihad etmekteydiler.

Çağatayların hükümdarı Veyis Han, 1418-1428 yılları arasında bir yandan iktidarı sürdürüyor, bir yandan da sulama kanalları açarak tarımı geliştirmeye çalışıyordu. Kaşgar, Yarkent ve Hotan çevresine tamamen hâkimdi.

Veyis Han, 1429′da öldü ve oğulları Esen Buğa ile Yunus Beğ arasında taht kavgası başladı. Emir Doğlat Seyyid Ali, Esen Buğa’yı destekledi ve Esen Buğa, tahta çıktı. Bilgin ve edib olan kardeşi Yunus Beğ ise, Timuroğulları’ndan Uluğ Bey’e sığındı.

Yunus Beğ, tahttan vazgeçmemişti ve ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Esen Buğa, 1462′de ölünce, aradığı fırsatı buldu ve Timurlu Ebu Said hanın desteği ile, bütün batı Çağatay bölgesini ele geçirdi. Ama Kaşgar, Yarkent ve Hotan civarı, şeklen Çağatay Hanına bağlı olan Türk Doğlat ailesinin elinde kaldı.

KIZIL

Kızıl Ordu

Kuruluşu
Kızıl Ordu, S.S.C.B.'nin ve daha sonra Bağımsız Devletler Topluluğu'nun[kaynak belirtilmeli] ordusudur. 1917 yılında Ekim Devrimi'nin ardından dağılan Rus İmparatorluğu'nun yerini almıştır. Gayri resmi olarak Ekim Devrimi sırasında İmparatorluk ordusuna karşı savaşmak için kurulmuş olup 22 Nisan 1917 de köylü ve işçilerin düzenli bir ordu için eğitime başlanması ile resmen kurulmuştur. Kurucusu daha sonra Stalin'e karşı yürüttüğü iktidar savaşını kaybedecek olan Lev Troçki'dir.

Altaylar ve Abakan
Altaylar Türk-Tatar halklarından, Sibirya'da yaşayan bir halk grubudur. Bazen Altay-Tatarları ya da Altay-Türkleri diye de adlandırılırlar.


Tarih
1948'den evvel Altaylar birçok, hepsi ayrı isimler taşıyan, boylardan oluşuyordu. Ana boy olarak Oyratlar (ya da Oyrotlar) ismi yaygındı. Ama asıl Oyratlar Moğol olduğundan dolayı, Türk boyları onlardan farklı olduklarını belirtmek için kendilerine Ak Oyratlar ve Moğollara da Kara Oyratlar derlerdi.


YAKUTSK

Saha (Yakutya) Cumhuriyeti, Saha Türkçesi: Саха Республиката (Saha Respublikata), Rusya Federasyonu’nu oluşturan federe cumhuriyetlerden biridir. Cumhuriyetin Rusça'da tam adı Respublika Saha (Yakutiye) olarak yazılır.
Saha Cumhuriyeti Türkçe'de Yakutistan, Yakutiye biçimlerinde de yazılmaktadır. Cumhuriyet, 3.103.200 km²’lik bir alanı kaplar ve bu alan, Rusya Federasyonu topraklarının beşte biridir. Saha Cumhuriyeti, diğer federe cumhuriyetler arasında en geniş topraklara sahip devlettir.

KAZAN

Tataristan Cumhuriyeti (Tatar Türkçesi: Tatarstan Respublikası; Rusça: Респу́блика Татарста́н veya eski adıyla Тата́рия), Rusya Federasyonuna bağlı bir cumhuriyettir.

İdil Nehri havzasının orta kesiminde. Moskova'nın yaklaşık 700 kilometre doğusunda, 68 bin kilometrekare büyüklüğünde, İdil Nehri ve Kama nehirlerinin birleştiği noktanın çevresinde yer alır. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir.

Federasyon içindeki ikinci büyük etnik ve dini grubu teşkil ederler. Önemli şehirleri Bugulma, Almetyevsk, Çistopol'dur. Nüfus yoğunluğu 54'tür. Nüfusun % 48'ini Tatarlar, % 43'ünü Ruslar, % 4'ünü Çuvaşlar, % 5'ini diğer milletler meydana getirir.

Başkent Kazan 1000 yıllık bir şehirdir ve ilginç mimarisiyle ilgi çekmektedir.

UFA

Ufa, (Өфө/Öfö) Başkortostanın başkenti ve en büyük şehridir. 1,1 milyon nüfusa sahiptir. 1574 yılında bu şehir bir kale ile kuruldu. Ufa şehirinde 4 üniversite bulunmaktadir. Ünlü Daşka Taşı Ufa şehrinin yakınlarında Rus bilimadamları tarafından bulundu. Rus Devlet İstiatistik (Rostat) 2005 raporuna göre Moskova dan sonra Ufa Rusya Federasyon'u içinde ikinci yüksek yaşam kalite ve gelir rakamına sahipdir. Ankara Büyükşehir ile kardeşşehir antlaşmaları mevcuttur.

CEBOKSARI

CEBOKSARI

İdil-Ural'da bulunan Türki halklar ( Çuvaş-Tatar-Başkurt ) Büyük Bulgarları ortak ataları olarak kabul ediyor. Bölgede 3 Fin-Ugor ( Mari-Mordva-Udmurt ) özerk cumhuriyeti ve 10 idari bölgenin dışında Rus ve Ukraynalılarda yaşıyor.
13. yüzyılda Moğol komutan Batu'nun hakimiyetine daha sonra ise Türk-Moğol devleti Altın Orda'nın hakimiyetine giren bölge Türk olma özelliğini Kazan Hanlığı'nın Korkunç İvan tarafından işgal edildiği 1552'ye kadar sürdürüyor. Ruslar bölgeyi ele geçirince tarihin tüm izlerini sistematik olarak yok ediyorlar. Tarihi eserleri yok etselerde yörenin yerli Türk halkı ortadan kaldırılamıyor. Türk halkı, kendini işgal eden Ruslardan daha köklü, yüksek bir kültüre sahip olduğu için varlığını koruyor. Ancak Ruslarla birlikte yaşamak onları ekonomik, kültürel, sosyal açıdan geride bırakıyor. Bu acı gerçeği milli müzelerini gezerken hissediyorsunuz. 15. yüzyıldan sonra insanların yaşam düzeyleri geriliyor, Bolşevik döneminde sürgünler, acılar birbirini izliyor ve Sovyetler'in dağılmasından sonra bugünlere enkaz halinde bir bölge ulaşıyor. Rusya, bölgeye ekonomik olarak bakmıyor, gelişmelerine yardımcı olmuyor, ama idari olarak her şeye karışmayı sürdürüyor. Rusya'nın hassas karnındaki bu bölge yeni yeni uyanıyor.





NALCİK

Nalçik (Karaçay-Balkarca ve Rusça: На́льчик; Kabardeyce: Налшык). Rusya’nın güneyinde, Kuzey Kafkasya’da, Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti’nin başkenti. Kafkas Dağları eteklerinde, 550 metre yükseklikte kurulmuştur. Kent, 131 km²’lik bir alana yayılır. Nüfusu: 274.974 (2002 ).

Nalçik kenti, 1743 tarihinden bu yana Balkarlar ve Kabardeylerle meskundur. Kent, 19. yüzyılda bölgeyi ele geçiren Ruslar tarafından 1818 yılında kuruldu. Nalçik, 1917 Ekim Devrimi’nden önce önemsiz bir yerleşmeydi. 1921’de kent statüsü aldıktan sonra önem kazandı ve Kabardey özerk bölgesinin (oblast) merkezi oldu.

BAHCESARAY

Bahçesaray, Van ilinin bir ilçesidir. Genelikle kışın ulaşıma kapanan ve 6 aydan önce açılmayan yoluyla ünlenmiştir. 1962'ye kadar Siirt'in Pervari ilçesinin bucağıyken, Van'ın Gevaş ilçesine bağlanmıştır. 1987'de ilçe olmuştur. Eski adı Müküs'tür.en önemli geçim kaynağı cevizdir.ceviz ağaçlarının kütüğünü satarak önemli miktarda gelir elde eder.halkı satranç oynamaya meraklıdır.1915 öncesi çoğunluklu bir ermeni nüfus vardı.ilçede eski kiliseler vardır. İlçe ortasında çağlayarak akan Müküs ırmağında bol miktarda alabalık vardır. Ayrıca rafting sporları için çok uygundur.


Kerkük

Kerkük (1519'dan önce Gökyurt), Irak Federal Cumhuriyeti topraklarında bulunan ve Kürtler'in, Türkler'in, Araplar'ın, Asurlar'ın ve Ermeniler'in oluşturduğu bir şehirdir.

1519'da Osmanlı hakimiyetine girmeden önce Gökyurt olarak anılan Kerkük, 1926 yılında İngiltere ile yapılan Ankara Antlaşması'yla Irak'a devredilmiştir. Daha öncesinde şehir sırasıyla Musul Beyliği (1127 – 1233), Erbil Beyliği (1144 - 1209) Kerkük Beyliği (1230), Kara Koyunlu Devleti(1411 - 1470) ve Ak Koyunlu Devleti (1470 - 1508) hakimiyeri altında bulumuştur ve halen Misak-ı Milli sınırları içerisindedir.


TEBRİZ

Tebriz (Azeri ve Farsça: تبریز) İranın kuzey batısındaki en büyük şehri ve tahmini nüfusu 1,597,319 dur. Kuzeyde Eynalı dağı, güneyde volkanik Sehend dağı arasında bulunmaktadır. Doğu Azerbaycan ilinin başkenti olup, alan ve nüfus açısından İranın ikinci en büyük şehri ve halkın dili Azeri Türkçesi'dir.
 
Geçmişten Gelecege Turk Alfabeleri  
  Türk dilinin en eski izleri Sümer kaynaklarindaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800 yillari arasina ait Sümerce metinlerde 300'den fazla Türkçe söz yer almaktadir. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alis veris sonucu ortaya çikmistir. Hangi ihtimal dogru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasina çikmakta, yani bundan 4-5000 yil geriye gitmektedir. Ortak sözler Türklerle Sümerlerin komsu olduklarini da gösterir. Türklerin hiç olmazsa bir bölümü M.Ö. 2000-3000 yillari arasinda, belki de daha önce Ön Asya'da yasamis olmalidir. M.Ö. 7.-3. yüzyillar arasinda Karadeniz'le Hazar'in kuzeyinde ve Kuzeydogusunda yasayan Sakalarin önemli bir bölügü ve yöneticileri de büyük ihtimalle Türktü. M.Ö. 6. yüzyilda yasamis olan Sakalarin kadin hükümdarinin adi Yunan kaynaklarinda Tomiris olarak geçer. Bu kelime Türkçe Temir (demir) olsa gerektir. Dîvânü Lûgati't-Türk'te anlatildigina göre Iskender'in Türkistan seferi sirasinda (M.Ö. 330'lar) Türklerin bir kismi, hükümdarlari Su yönetiminde Hocent civarinda, yani Seyhun'un yukari havzalarinda idiler. Iskender'in gelisiyle Su ve idaresindeki Türkler Altaylara çekildiler; Oguzlar ise Hocent civarinda kaldilar. Çin kaynaklarindaki ilk bilgilere göre Türkler Çin'in kuzeyindeki bozkirlarda yasiyorlardi. M.Ö. 220'lerde ortaya çikan Tuman (Teoman) Yabgu ve M.Ö. 209'da hükümdar olan oglu Motun (Mete) Yabgu, Hunlarin büyük hükümdarlari idiler ve merkezleri bugünkü Mogolistanda bulunan Orhun vadisinde idi. Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840'a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmustur. M.Ö. 220 - M.S. 840 arasindaki 1000 küsur yillik dönemde Türkler kudretli zamanlarinda Okyanus kiyilarindan Hazar'a, hatta bazen Karadeniz'in kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardi. Türklerden bir bölügü M.S. 370'lerde Idil'i geçmis ve Kafkaslarla Karadeniz'in kuzeyine ulasmisti. Bati Hunlari, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kipçaklar 370'ten baslayarak yüzyillar boyunca Dogu Avrupa ve Balkanlari yönetimleri altinda bulundurmuslardir. Asya ve Avrupa Hunlarina ait herhangi bir Türkçe metin elimizde bulunmamaktadir. Ancak Çin ve Bizans kaynaklarina geçen bazi özel adlar ve kelimeler onlara ait Türkçe veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarinda geçen tehri, kut, yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çincelesmis biçimleri, milât yillarina ait Türkçe verilerdir. Attilâ'nin babasinin adi olan Muncuk (Boncuk) ve ogullarinin adlari Dehizik, Irnek, Ilek Türkçeyle açiklanabilmektedir. 6.-9. yüzyillardaki Tuna Bulgarlarindan yil ve ay adlari ile birkaç kelimelik bazi küçük metinler kalmistir. Yillar hayvan adlariyla adlandirildigi için yil adlari ayni zamanda çesitli hayvanlarin adlarini gösteriyordu. Aylar sira sayilariyla ifade edildigi için Bulgar Türkçesindeki sayilarin adlarini da böylece ögrenmis oluyorduk. Mogolistan'da bulunmus olan 6 satirlik Çoyr yaziti tarihi bilinen en eski metindir. Ilteris Kagan'a katilan bir askeri anlatan metin 687-692 arasinda yazilmis olmalidir. Orhun anitlari olarak bilinen Isbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl Iç Çor (Ihe-Husotu), Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kagan anitlari 719-735 yillari arasinda yazilmislardir. Uygurlarin ikinci kagani Moyun Çor Kagan'a ait Taryat, Tes ve Sine-Usu anitlari 753-760 arasinda dikilmistir. Mogolistan'da, Yenisey vadisinde, Kazakistan'da, Talas'ta (Kirgizistan), Kuzey Kafkasya'da, Idil-Ural bölgesinde, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonya'da Göktürk harfleriyle yazilmis daha yüzlerce yazit bulunmustur. Bu küçük yazitlarin 7.-10. yüzyillar arasinda yazildigi tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyillarda Dogu Avrupa ve Balkanlardan, hatta Macaristan'dan Güney Sibirya'ya ve Mogolistan içlerine kadar uzanan sahada Türkçe, Göktürk harfleriyle yazilan bir yazili dil olarak kullanilmaktaydi. 9. yüzyildan itibaren Türkçenin yazili ürünlerini daha güneyde, Tarim havzasinda da görmeye basliyoruz. 840'ta Tarim havzasinda ve Gansu bölgesinde devletler kuran Uygurlar; Göktürk, Uygur, Sogdak ve Brahmi alfabeleriyle kâgit üzerine yüzlerce eser yazdilar, yüzlerce belge biraktilar. Hatta bunlarin bir kismi yazma degil, basma eserlerdi. Uygur yazili eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyila kadar devam etmistir. 11. yüzyilda Kâsgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya çikar. 1069 tarihli Kutadgu Bilig Balasagun'da yazilmaya baslanmis, Kâsgar'da Karahanli hükümdarina sunulmustur. 1070'lerde Bagdat'ta kaleme alinan Dîvânü Lûgati't-Türk de aslinda Kâsgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyilda Müslüman olduklari hâlde 11. yüzyilda Arap yazisi henüz Türklerin yazisi hâline gelmemisti. Kâsgarli Mahmud 1070'lerde Türk yazisinin Uygur yazisi oldugunu kesin sekilde kaydeder. Kâsgarli Mahmud Türklerin 20 boy oldugunu yazar ve onlari batidan doguya dogru söyle siralar: 1. Beçenek, 2. Kifçak, 3. Oguz, 4. Yemek, 5. Basgirt, 6. Basmil, 7. Kay, 8. Yabaku, 9.Tatar, 10. Kirkiz, 11. Çigil, 12. Tohsi, 13. Yagma, 14. Ugrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hitay. Listedeki Hitay'i Kâsgarli'nin ifadesiyle "Çin ülkesi" olarak ayirmak gerekir. Bu siralamadan az sonra Kâsgarli Beçeneklerle Kifçaklar arasina Suvarlarla Bulgarlari yerlestirir. Kâsgarli'nin iki dilli olduklari için dillerini bozuk saydigi Sogdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Argulari da Türk boylari arasinda saymaliyiz. Demek ki 11. yüzyilda Balkanlardaki Bizans sinirindan Çin ve Mogalistan içlerine kadar Türkçe konusuluyordu. 13. yüzyilda Türk yazi dilinin merkezîlestigi bölge Aral'in güneyindeki Harezm bölgesidir. 13.-14. yüzyillarda Altinordu'nun merkezi olan Hazar'in kuzey kiyisindaki Saray'dan hatta daha batidaki Kirim'dan Tarim havzasinin dogusundaki Gansu'ya kadar Türk yazi dili kesintisiz olarak kullaniliyordu. Tarim havzasiyla Gansu'da kullanilan dile Türkoloji literatüründe Uygur Türkçesi, Altinordu ve Türkistan sahasinda kullanilan dile ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasinda ses ve gramer yönünden hemen hemen hiç fark yoktur. Yazilari ise farklidir. Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazisini kullanir. 13. ve 14. yüzyillarda Türk yazi dili, bu ana sahadan baska üç cografyada daha kullaniliyordu. Bunlardan biri Yukari Idil (bugünkü Tataristan) sahasidir. Burada bulunan mezar kitabelerinin dili Idil Bulgarcasi idi. Ikincisi Misir ve kismen Suriye idi. Buradaki yazi dili Harezm Türkçesine çok yakindi ve Kipçak Türkçesi adini tasiyordu. Üçüncü saha Azerbaycan ve Anadolu sahasiydi. 13. yüzyilda bu alanda Oguz agzina dayanan yeni bir yazi dili dogmustu. Bu yazi dili Balkanlara dogru sahasini genisleterek kesintisiz sekilde bugüne dek sürmüstür. Sadece mezar kitabelerinde gördügümüz Idil Bulgarcasi 14. asirdan sonra yerini Kipçakçaya birakir. Misir ve Suriye'de ise 15. yüzyildan sonra Kipçak Türkçesi kullanilmaz olur. Karadeniz, Kafkaslar, Hazar denizi ve Iran, Kuzey-Dogu Türkçesi ile Bati Türkçesini ayiran tabiî sinirlardir. 11. yüzyildan itibaren Oguzlar Iran'i asarak Azerbaycan ve Anadolu'ya gelmisler ve Bati Türklügünü olusturmuslardir. Bati Türklügü 14. yüzyilda Balkanlara tasmis, daha sonra Macaristan sinirina dayanmistir. Bugünkü Irak ve Suriye'nin kuzey bölgeleri de Bati Türklerinin 11. yüzyildan itibaren yerlestikleri yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklügünün tabiî uzantisiydi. Öte yandan Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda Osmanli Türkü yerlesmisti. Bütün bu sahalarda Bati Türkçesi ortak bir yazi dili olarak kullanilmistir. 13. ve 14. yüzyillarda Anadolu ve Azerbaycan'da yazilan eserleri, yazi dili olarak birbirinden ayirmak kolay degildir. Bu asirlarda yazi dili henüz standartlasmamistir; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çesitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyilda Osmanlilar güçlenerek birligi kurmaya yönelirler ve yeni olusmaya baslayan Istanbul agzi esasinda Osmanli Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyilda Dogu ve Güney-Dogu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanli topraklarina dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanli Türkçesi alani içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, Iran'la birlikte bir baska Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalir. Ancak yine de 16. asirda Azerbaycan ve Osmanli yazi dillerinin kesin sekilde ayrildigini söylemek dogru degildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de sairidir. 17. yüzyildan sonra iki yazi dilinin ayrildigini söylemek mümkündür; ancak aralarindaki fark yok denecek kadar azdir. Kuzey ve dogu Türklerinde Harezm Türkçesinin devami niteligindeki Çagatay Türkçesi tek ve ortak yazi dili olarak 15. yüzyildan 20. yüzyil baslarina kadar sürdü. Bunun bir tek istisnasi vardi: Kirim Hanligi. Osmanli idaresinde bulundugu için Kirim Hanliginda kullanilan yazi dili Osmanli Türkçesi idi. 13. yüzyildan itibaren iki ayri yazi dili hâlinde gelisen Dogu ve Bati Türkçeleri sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuslardir. Çagatay sahasi eserleri, özellikle Nevayî Osmanli ve Azerbaycan Türklerince hep okunmustur. Buna karsilik Osmanli eserleri de özellikle Idil-Ural bölgesinde sürekli okunmustur. Osmanli ve Azerbaycan sahasinda Nevayî'ye Çagatayca olarak nazireler yazilmis ve bu 19. yüzyila kadar sürmüstür. 1552'de Kazan'in düsmesiyle baslayan Rus yayilmasi 1885'te Bati Türkistan'in isgaliyle tamamlanmistir. Dogu Türkistan 1760'larda Çin isgaline ugramisti. 19. yüzyilin sonuna gelindiginde bagimsiz olan Türkler sadece Osmanli Türkleriydi. 19. yüzyilin ortalarinda Türk yazi dilleri için yeni bir süreç baslar. Kazan Üniversitesinde hocalik yapan müstesrik ve papaz Ilminski, her Türk boyunun konusma dilinin ayri bir yazi dili hâline gelmesi gerektigi görüsünü ortaya koyar ve bunun için çalismaya baslar. Özellikle Tatar aydinlariyla Kazan'da okuyan Kazak aydinlari üzerinde etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazi yazar ve sairleri, ortak olan Çagatay yazi dili yerine kendi konusma dillerini yazi dili hâline getirmeye çalisirlar. Yüzyilin sonlarina dogru Tatar ve Kazak yazi dillerinin ilk eserleri verilmeye baslar. Ilminski'ye karsilik Gaspirali Ismail, 1884'te Bahçesaray'da (Kirim) çikarmaya basladigi Tercüman gazetesi ve Türk dünyasinin her tarafinda açtirdigi usûl-i cedit okullari vasitasiyla ortak yazi dilini savunur; bütün Türk dünyasinin sadelestirilmis Istanbul Türkçesinde birlestirilmesini ister. Rusya'da Mesrutiyetin ilân edildigi 1905 yilindan itibaren Kirim, Idil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazi dili konusu siki bir sekilde tartisilir. Gaspirali Ismail'in tesirinde kalan Türk aydinlari yazi dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. Ilminski'nin fikirleri ise baska müstesrikler ve Çarlik memurlari tarafindan yayilmaya çalisilir. Ilminski gibi bir papaz ve müstesrik olan Nikolay Ostroumov 1870'ten 1918'e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazeti’ni çikararak bu gazete vasitasiyla Irancalasmis Özbek agizlarini yazi dili hâline getirmeye çalisir. 1888-1902 arasinda çikarilan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayi, 1905-1908 arasinda çikarilan Mecmûa-yi Mâverâyi Bahr-i Hazar Türkmenceyi yazi dili yapmaya ugrasir. Her üç gazete de Çar idaresince çikarilmaktadir. Yüzyilin basindaki bu tartisma ve uygulamalar kaynaklara ulasmanin zorlugu yüzünden bugüne kadar ciddî sekilde arastirilmis degildir. Ancak 1917'deki Bolsevik ihtilâlinden sonra serbest tartisma ortami yok edilmis, Ilminski ve Ostroumov'un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konusma dili ayri yazi dili hâline getirilmistir. Bu süreç Sovyetler Birligi’nde 1930'larda tamamlanmistir. Çin idaresindeki Dogu Türkistan'da ise Uygurca, Çagatay yazi dilinin devami olarak sürerken 1949'daki komünist idareden sonra mahallîlestirilmistir. Alfabe degisiklikleriyle bu süreç hizlandirilmis, her Türk yazi dili için ayri alfabeler olusturularak farklilik artirilmaya çalisilmistir. Bütün bu çalismalar sonunda bugün 20 Türk yazi dili ortaya çikmis bulunmaktadir: 1) Türkiye Türkçesi, 2) Gagavuz Türkçesi, 3) Azerbaycan Türkçesi, 4) Türkmen Türkçesi, 5) Kirim Tatar Türkçesi, 6) Karaçay-Malkar Türkçesi, 7) Nogay Türkçesi, 8) Kumuk Türkçesi, 9) Kazan Tatar Türkçesi, 10) Baskurt Türkçesi, 11) Kazak Türkçesi, 12) Karakalpak Türkçesi, 13) Kirgiz Türkçesi, 14) Özbek Türkçesi, 15) Uygur Türkçesi, 16) Altay Türkçesi, 17) Hakas Türkçesi, 18) Tuva Türkçesi, 19) Saha (Yakut) Türkçesi, 20) Çuvas Türkçesi. Rusya bugün dahi yeni yazi dilleri olusturma fikrini birakmis degildir. Tataristan Cumhuriyeti disinda kalan Bati Sibirya Tatarlari ile Güney Sibirya'daki Sorlarin agizlari bazi fonlar ve yardimlar yoluyla yazi dili hâline getirilmeye çalisilmaktadir. Türk dünyasinda 1990'dan beri yeni bir süreç baslamistir. Bes Türk cumhuriyeti bagimsiz olmus, digerleri de daha serbest hareket edebilme imkânlarina kavusmustur. Simdi artik kendi kültür politikalarini kendileri tayin edecek duruma gelmislerdir. Nitekim bunun etkisi de kisa zamanda görülmeye baslanmistir. 1991 Araliginda Azerbaycan, 1993 Nisaninda Türkmenistan, 1993 Eylülünde Özbekistan, 1994 Subatinda Karakalpakistan Lâtin alfabesine geçme karari almislardir. Bu ülkelerde yeni alfabeye geçis kademeli olarak uygulamaya konmustur. Öte yandan Kirim Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazi süreli yayinlarini yeni alfabeyle basmaya baslamislardir. "Dil disi sartlar" dedigimiz siyasî, iktisadî ve kültürel iliskiler de Türk yazi dilleri arasinda yeni etkilesim ve olusumlara yol açmaya baslamistir. Türkiye'de Türk cumhuriyetlerinin edebiyatlarina ait bazi parçalar lise edebiyat kitaplarina konmustur. Türk Ocaklari, Kültür Bakanligi, TÖMER gibi kuruluslarca Türk lehçelerini ögreten kurslar açilmistir. Nihayet dört üniversitede (Ankara, Gazi, Mugla, Atatürk) Çagdas Türk Lehçeleri ve Edebiyatlari bölümleri açilmistir. Pek çok Türkiyeli genç Türk cumhuriyetlerinde ögrenim görmektedir. Sayilari az da olsa sosyal bilim dallarindaki bazi genç arastiricilar Türk topluluklari arasinda arastirmalar yapmaya baslamislardir. Avrasya televizyonunun bazi genç yapimcilari da Türk dünyasina sik sik giderek yeni yapimlara imzalarini atmaktadirlar. Siyasî, iktisadî, ilmî ve kültürel heyetler de sik sik bu dünyaya yolculuk etmektedir. Türk cumhuriyet ve topluluklarinda uzun süreli kalan is adamlari ve görevliler de az degildir. Bütün bu tesebbüs ve iliskiler Türk lehçelerinin Türkiyeli aydinlar ve gençler tarafindan ögrenilmesine yol açmaktadir. Türkiye Türkçesinin diger Türklerce ögrenilmesi ise çok daha büyük ölçülerde karsimiza çikmaktadir. Türkiye'de ögrenim görerek bizim lehçemizi ögrenen ögrencilerin sayisi 10.000'i geçmistir. Iktisadî, kültürel veya ilmî sebeplerle Türkiye'ye gelip kisa veya uzun süreli ülkemizde kalan ve Türkiye Türkçesiyle bizlerle anlasabilen pek çok insan vardir. Öte yandan Türk cumhuriyet ve topluluklarinda pek çok okul açilmistir ve bu okullarda on binlerce ögrenci okumakta, Türkiye Türkçesini ögrenmektedir. Dogrudan dogruya Türk televizyonlarini izleyebilen Azerbaycan veya Avrasya yayinlarina bakan Türkistan cumhuriyetleri bu kanalla da Türkiye Türkçesine asina olmaktadir. Bütün bu temas ve faaliyetlerin sonuçlarini önümüzdeki yillarda görebiliriz. Türk televizyonlarini izleyen Azerbaycanli çocuklar daha simdiden Türkiye Türkçesindeki farkli kelimeleri tanimaya ve hatta kullanmaya baslamislardir. Samaylot yerine uçak kelimesi pek çok Türk topluluguna ulasmistir. Türkiye Türkleri de artik orun (yer), kiyin (zor), çalar (nüans), kayitmak (geri dönmek), aylanmak (çevresinde dönmek), uçrasmak (karsilasmak), tapmak (bulmak) gibi kelimeleri tanimaya baslamalidirlar. Eski Sovyetler disindaki Türk dünyasi ile iliskilerimiz de artmistir. Bati Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya, Romanya gibi Balkan ülkelerinde yasayan Türklerle artik daha sik temas hâlindeyiz. Balkanlardan gelen pek çok Türk genci de Türk üniversitelerinde okumaktadirlar. Bu ülkelerin çogunda ilk ve orta dereceli okullarda Türkçe ögretim yapilmakta, Türkçe gazete ve dergiler çikarilmaktadir. Hemen hemen hepsinden Türk televizyonlari izlenmektedir. Iran'da da Azerbaycan Türkçesiyle (Arap harfleriyle) dergi ve kitaplar yayimlanmakta, belirli saatlere mahsus olarak radyo ve televizyon yayinlari yapilmaktadir. Iran’da artik Türkçe egitim talepleri baslamistir. Irak'ta, 36. paralelin kuzeyinde birkaç yildan beridir Türkçe ögretim yapilmaya baslanmistir; Türkçe gazete ve televizyon yayinlari yapilmaktadir. Türk dili yarin nasil olacaktir? Yukarida sayilan gelismeler elbette Türk dilinin yarinini büyük ölçüde belirleyecektir. 20 yil sonra Türkiye Türkçesi, Türk dünyasindaki pek çok aydin tarafindan bilinen ve Türkler arasi plâtformlarda kullanilan bir iletisim dili olacaktir. Bu süre içinde Birlesmis Milletlerce kabul edilmis olmasi da muhtemeldir. Türk dünyasinin bazi genç aydinlari az da olsa makale, siir, hikâye ve kitaplarini Türkiye Türkçesiyle yazmaya baslayacaklardir. Onlarin, bizim yazi dilimizle yazdiklari eserlerde kendi lehçelerine ait bazi kelimeler, hatta fonetik ve morfolojik özellikler bulunabilecektir. Böylece bizler de o lehçelerden küçük tatlar almaya baslayacagiz. Süphesiz Türkiye Türklerinden yetismis bazi sair ve yazarlar da eserlerine Türk lehçelerinden kelimeler ve bazi özellikler serpistireceklerdir. Bu hem Türkiye Türkçesinin kendi kaynaklarindan beslenerek zenginlesmesine, hem de yeni tatlarla çesitlenmesine yol açacaktir. Böylece 4000 yil önce Sümer kaynaklarinda görülen agar (agir), di- (demek), dingir (tenri-tanri), dug- (dökmek), men (ben), zae (sen), zag (sag), gisig (esik-kapi) gibi kelimeler önümüzdeki bin yillarda sonsuzluga dogru yollarina devam edeceklerdir.

 
TASARLAYAN RECEP YARTASI 11-02-2007 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol