Turk Dunyası Sehirleri
TÜRK DÜNYASI ŞEHİRLERİ  
  Ana Sayfa
  İletişim
  Ziyaretşi defteri
  İstanbul
  Ankara
  Anıtkabir
  Bakü
  Askabat
  Astana
  Almatı
  Taşkent
  Buhara
  Semerkand
  Bişkek
  Urumçi
  Kaşgar
  Turfan
  Kızıl
  Abakan
  Altay
  Yakutsk
  Kazan
  Ufa
  Çubuksaray
  Nalçik
  Bahçesaray
  Kerkük
  Tebriz
  ALFABELER
  TURK ALFABESİ
  SOGD ALFABESİ
  OSMANLI ALFABESİ
  LATİN ALFABESİ
  KAZAK ALFABESİ
  KİRİL ALFABESİ
who's online
Bugün 4 ziyaretçi (4 klik) kişi burdaydı!
Anıtkabir

ANITKABİR

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir. 
RASATTEPE (ANITTEPE)
Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi.
Bu tepede, M.Ö 12. yüzyılda Anadolu'da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
ANITKABİR'İN İNŞAASI 
Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, inşaatın başlayabilmesi için ilk aşamada kamulaştırılma çalışmalarına başlandı. Anıtkabir'in inşaatı ise 9 Ekim 1944'de görkemli bir temel atma töreni ile başladı. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir süre içinde 4 aşamalı olarak yapılmıştır.
Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945
Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944'te başlamış ve 1945'te tamamlanmıştır.
İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950
Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945'te başlamış, 8 Ağustos 1950'de tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin "temel projesinin" hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir.
Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır.
Üçüncü Kısım İnşaat: 1950
Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lahit taşının yerine konması ve tesisat işlerinin yapılmasını kapsıyordu.
Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953
Anıtkabir'in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950'de başlamış ve 1 Eylül 1953'te bitirilmiştir.
"Anıtkabir Projesi"nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm vardı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, şeref holünün 28 m.lik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını mimarlara sordu.
Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonunda şeref holünü taş bir tonoz yerine, bir betonarme tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik mahzurlar da ortadan kalkıyordu.
Anıtkabir yapımında beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.
Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı İlçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.
Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana'dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon'dan, yeşil renk mermer Bilecik'ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lahit taşı Adana'nın Osmaniye İlçesi'nden, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon'dan getirilmiştir. 
ANITKABİR'İN MİMARİ ÖZELLİKLERİ 
Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arası, "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır. Anıtkabir bu dönemin özelliklerini taşımaktadır.
Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır.
Örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.
Bütün bu özellikleriyle yapıldığı dönemin en iyi örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000 m² lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır. 
A- BARIŞ PARKI 
Anıtkabir; Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" özdeyişinden ilham alınarak, çeşitli yabancı ülkelerden ve Türkiye'nin bazı bölgelerinden getirilen fidanlarla oluşturulan Barış Parkı içinde yükselmektedir.
Afganistan, A.B.D., Almanya, Avusturya, Belçika, Çin, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hindistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Norveç, Portekiz, Yugoslavya ve Yunanistan'dan çeşitli ağaç ve fidanlar getirilmiştir. Bugün Barış Parkı'nda 104 ayrı türden yaklaşık 48.500 adet süs ağacı, ağaççık ve süs bitkisi bulunmaktadır. 
B- ANIT BLOKU 
Anıtkabir Anıt Bloku üç bölümden oluşmaktadır.

1- Aslanlı Yol
2- Tören Meydanı
3- Mozole

Anıtkabir'e Tandoğan kapısından girildiğinde Barış Parkı içerisinde uzanan yoldan Aslanlı Yol başındaki 26 basamaklı geniş merdivenlere ulaşılır. Merdivenin hemen başında karşılıklı olarak istiklal ve hürriyet kuleleri yer alır.
Anıtkabir yapı topluluğu içinde, simetri gözetilerek yerleştirilmiş olan on adet kule vardır. Bu kulelere ulusumuzun ve devletimizin oluşumunda büyük tesirleri olan yüce kavramları temsil eden isimler verilmiştir. Kuleler, plan ve yapı bakımından birbirinin benzeridir. Kareye yakın 12 x14 x7,20 m. boyutlarında dikdörtgen plan üzerine kurulmuş olan kulelerin üzeri piramit biçiminde çatılarla örtülüdür. Çatıların tepelerinde, eski Türk çadırlarında görülen tunç mızrak ucu vardır. Eski Türk kilim desenlerinden alınmış geometrik süslemeler, fresk tekniğinde uygulanmıştır.
Ayrıca kulelerin iç duvarlarında, o kulenin ismiyle ilgili bir kompozisyon ve Atatürk'ün özlü sözleri bulunmaktadır. 
İSTİKLAL KULESİ 
Aslanlı yolun sağ başındaki İstiklal Kulesi'nin iç duvarlarında bulunan kabartmada, ayakta duran ve iki eliyle kılıç tutan bir gencin yanında bir kaya üzerine konmuş kartal figürü görülmektedir. Kartal, mitolojide ve Selçuklu sanatında gücün, istiklâl ve bağımsızlığın sembolü olarak tasvir edilmiştir. Kılıç tutan genç ise istiklali savunan Türk milletini temsil etmektedir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Ayrıca kule duvarlarında yazı bordürü olarak Atatürk'ün istiklalle ilgili şu sözleri yer almaktadır:
"Ulusumuz en korkunç yok oluşla son buluyor gibi görünmüşken, tutsak edilmesine karşı evladını ayaklanmaya davet eden atalarının sesi, kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son Kurtuluş Savaşı'na çağırdı." (1921)
"Hayat demek savaşma, çarpışma demektir. Hayatta başarı kesinlikle savaşta başarı kazanmakla mümkündür." (1927)
"Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı hiçe sayarız." (1921)
"İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk ulusu, Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar." (1927)
"Bu ulus bağımsızlıktan yoksun olarak yaşamamıştır, yaşıyamaz ve yaşamıyacaktır, ya istiklal ya ölüm." (1919)
Kulenin içinde ise Anıtkabir maketi ile Anıtkabir'i tanıtıcı ışıklı panolar bulunmaktadır. 
HÜRRİYET KULESİ 
Aslanlı Yol'un sol başında bulunan Hürriyet Kulesi içindeki kabartmada; elinde kağıt tutan melek figürü ile meleğin yanında şaha kalkmış bir at tasvir edilmiştir. Melek figürü bağımsızlığın kutsallığını, elindeki kağıt "Hürriyet Beyannamesi"ni sembolize etmektedir. At figürü ise hürriyet ve bağımsızlık sembolüdür. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün hürriyet ile ilgili şu sözleri yazılıdır.
"Esas, Türk ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir işleme hak kazanamaz." (1927)
"Bence, bir ulusta şerefin, onurun, namusun ve insanlığın sürekli olarak bulunabilmesi kesinlikle o ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olabilmesiyle mümkündür."
"Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayandığı ulusal egemenliktir."
"Bütün tarihsel yaşantımızda özgürlük ve bağımsızlığa sembol olmuş bir ulusuz."
Kule içinde Anıtkabir'in inşaat çalışmalarını gösteren fotoğraf sergisi ve inşaatta kullanılan taş örnekleri bulunmaktadır. 
KADIN HEYKEL GRUBU 
İstiklal kulesinin önünde, ulusal giysiler giymiş üç kadından oluşan bir heykel grubu vardır. Bu kadınlardan kenarlardaki ikisi yere kadar uzanan kalın bir çelenk tutmaktadır. Başak demetlerinin meydana getirdiği çelenk bereketli yurdumuzu temsil etmektedir. Soldaki kadın, ileri uzattığı elindeki kapla Atatürk'e tanrıdan rahmet dilemekte, ortadaki kadın eliyle yüzünü kapamış ağlamaktadır.
Bu üçlü grup, Türk kadınlarının Atatürk'ün ölümünün derin acısı içinde bile gururlu, ağırbaşlı ve azimli oluşunu dile getirmektedir. Heykel grubu Hüseyin Özkan'ın eseridir. 
ERKEK HEYKEL GRUBU 
Hürriyet Kulesi'nin önünde üç erkekten oluşan heykel grubu vardır. Sağdaki erkek başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini temsil ederken, onun yanında elinde kitabı ile Türk gençliğini ve aydın insanı, biraz gerisinde ise yerel kıyafetlerle Türk köylüsü temsil edilmiştir. Her üç heykelin yüzünde derin acı ile Türk milletinin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmiştir. Heykel grubu, Hüseyin Özkan'ın eseridir. 
ASLANLI YOL

Ziyaretçileri Atatürk'ün yüce huzuruna hazırlamak için yapılmış olan 262 m. uzunluğundaki yolun iki yanında oturmuş pozisyonda 24 aslan heykeli bulunmaktadır. Atatürk'ün Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Anadolu'da uygarlık kuran Hititlerin sanat üslubu ile yapılan aslan heykelleri kuvvet ve sükuneti temsil etmektedir. Heykeller Hüseyin Özkan'ın eseridir. 
TÖREN MEYDANI 
Aslanlı yolun sonunda yer alan tören meydanı 129 x84,25 m. boyutlarındadır. 15.000 kişi kapasiteli bu alanın zemini; siyah, kırmızı, sarı ve beyaz renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmiştir. 
MEHMETÇİK KULESİ 
Aslanlı yolun bitiminde sağda Mehmetçik Kulesi yer almaktadır. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada; cepheye gitmekte olan Mehmetçiğin evinden ayrılışı ifade edilmektedir. Bu komposizyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen hüzünlü, fakat gururlu anne tasvir edilmiştir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Mehmetçik ve Türk kadınları hakkında söylediği özlü sözler yer almaktadır:
"Kahraman Türk eri Anadolu savaşlarının anlamını kavramış, yeni bir ülke ile savaşmıştır." (1921)
"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü kadının üstünde kadın çalışmasından söz etmek imkânı yoktur." (1923)
"Bu ulusun çocuklarının özverileri, kahramanlıkları için ölçü birimi bulunamaz."
Kulenin içinde; Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli kitaplar ve hediyelik eşyalar ziyaretçilere sunulmaktadır. 

ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ KÜTÜPHANESİ 
Mehmetçik ve Zafer kuleleri arasında yer alan; müze, kitaplık ve Kültürel Faaliyetler Müdürlüğü'nün içindeki birimde "Atatürk ve Türk Devrimi Kütüphanesi" bulunmaktadır. Atatürk, milli mücadele ve inkılâplar konulu Türkçe ve yabancı dillerde kitapların bulunduğu bir "İhtisas Kütüphanesi" olarak, her kesimden araştırmacı ve okuyucuya hafta içi 09.00-12.30 / 13.30-17.00 saatleri arasında hizmet vermektedir. 
ZAFER KULESİ 
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün en önemli üç zaferinin tarihi ve zaferle ilgili özlü sözleri yazılıdır.
Kule içinde Atatürk'ün naaşını 19 Kasım 1938'de İstanbul Dolmabahçe Sarayı'ndan alarak Sarayburnu'nda donanmaya teslim eden top arabası sergilenmektedir. 
İSMET İNÖNÜ'NÜN LAHTİ

Barış ve Zafer Kuleleri arasında yanları açık sütunların oluşturduğu galerinin ortasında 25 Aralık 1973 yılında vefat eden Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı, Türk Milli Mücadelesinin Batı Cephesi komutanı ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün sembolik lahdi bulunmaktadır. Mezar odası alt kattadır.
İsmet İnönü, Anıtkabir'e 28 Aralık 1973'te Bakanlar Kurulu Kararı ile defnedilmiştir. 
BARIŞ KULESİ 
Kulenin iç duvarında Atatürk'ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini dile getiren bir kabartma kompozisyonu yer almaktadır. Bu kabartmada çiftçilik yapan köylüler ve yanlarında kılıcını uzatarak onları koruyan bir asker figür tasvir edilmiştir. Bu asker barışın sağlam ve güvenli kaynağı olan Türk ordusunu sembolize etmektedir. Bu şekilde insanlar Türk ordusunun sağladığı huzur ortamı içinde günlük hayatlarını devam ettirmektedirler. Kabartma, Nusret Suman'ın eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün barış ile ilgili şu sözleri yer almaktadır.
"Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir." (1935)
"Yurtta Barış, Cihanda Barış."
"Ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir." (1923)
Kulenin içinde ise Atatürk'ün 1935-1938 yılları arasında kullandığı Lincoln marka tören ve makam otomobilleri sergilenmektedir. 
23 NİSAN KULESİ 
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kağıdın üzerinde 23 Nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Kabartma, Hakkı Atamulu'nun eseridir.
Kule duvarlarında meclisin açılışıyla ilgili Atatürk'ün özlü sözleri yer almaktadır:
"Bir tek karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayalı, hiçbir koşula bağlı olmayan bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak." (1919)
"Türkiye Devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir."
"Bizim bakış açılarımız kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır."
Kulede Atatürk'ün 1936-1938 yılları arasında kullandığı Cadillac marka özel otomobili sergilenmektedir. 
BAYRAK DİREĞİ 
Anıtkabir'in Çankaya yönündeki 28 basamaklı tören meydanına giriş merdivenlerinin ortasında, tek parçalı yüksek bir direk üzerinde Türk bayrağı dalgalanır. Amerika'da özel olarak yaptırılan 33.53 m. yüksekliğindeki bu direk, Avrupa'daki tek parça çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında kalmaktadır. Amerika'da yaşayan Türk asıllı Amerika vatandaşı Nazmi Cemal tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir'e hediye edilmiştir. Bayrak direğinin kaidesinde yer alan kabartmada; meşale Türk medeniyetini, kılıç taarruz gücünü, miğfer savunma gücünü, meşe dalı zaferi, zeytin dalı ise barışı simgelemektedir. Türk bayrağı, ulusumuzun yurdunu savunma, zafer kazanma, barışı koruma ve uygarlık kurma gibi yüce değerleri üzerinde dalgalanmaktadır. Kabartma Kenan Yontuç'un eseridir. 
MİSAK-I MİLLİ KULESİ 
Müzenin girişindeki bu kulenin içinde bulunan kabartma, tek vücut olarak kenetlenmemizi sembolize etmektedir. Kabartma, bir kılıç kabzası üzerinde üst üste konmuş dört elden ibarettir. Bu komposizyon Türk vatanının kurtarılması için içilen millet andını ifade etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Milli Misak ile ilgili şu sözleri yazılıdır:
"Kurtuluşumuzun genel kuralı olan ulusal andı tarih safhasına yazan ulusun demir elidir." (1923)
"Ulusal sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz." (1921)
"Ulusal benliği bulamayan uluslar başka ulusların avıdır." (1923)
Kulenin ortasında Anıtkabir'de icra edilen törenlere katılan heyetlerin özel defteri imzalamaları için imza kürsüsü yer almaktadır. Müzenin girişi olan bu kulede bulunan aktüalite panolarında Anıtkabir'de yapılan önemli törenlere ait fotoğraflar da sergilenmektedir. 
ANITKABİR ATATÜRK MÜZESİ 
Anıtkabir Proje Yarışması şartlarına uygun olarak, Misak-ı Milli ve İnkılâp kuleleri arasındaki bölüm müze olarak belirlenmiştir. Bu amaçla 21 Haziran 1960'ta Anıtkabir Atatürk Müzesi açılmıştır. Burada Atatürk'ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar ve giysileri teşhir edilmektedir.
Müzede ayrıca Atatürk'ün madalya ve nişanları ile manevi evlatlarından A. Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen'in müzeye armağan ettikleri Atatürk'e ait eşyalar sergilenmektedir. 
İNKILÂP KULESİ 
Müzenin devamı olan bu kulede Atatürk'ün giydiği elbiseler sergilenmektedir. Kulenin iç duvarında yer alan kabartmada zayıf, güçsüz bir elin tuttuğu sönmek üzere olan bir meşale, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nu simgelemektedir. Güçlü bir elin göklere doğru kaldırdığı ışıklar saçan diğer bir meşale ise, yeni Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'ün Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için yaptığı inkılâpları simgelemektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün inkılâplarla ilgili şu sözleri yazılıdır:
"Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine, uygarlaşmasına teknik imkân ve bilimsel ihtimal yoktur."
"Biz ilhamlarımızı gökten ve bilinmeyen alemden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz."
Müzenin giysi bölümü olarak kullanılan bu kulede; Anadolu Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr.Yılmaz Büyükerşen'in yaptığı Atatürk'ün gerçek boyutlarında balmumu heykeli bulunmaktadır. 
CUMHURİYET KULESİ 
Sanat Galerisi'nin girişi olan bu kulenin duvarlarında Atatürk'ün Cumhuriyet ile ilgili şu özlü sözü bulunmaktadır.
"En büyük gücümüz, en güvenilir dayanağımız, ulusal egemenliğimizi kavramış ve onu eylemli olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi gerçekten kanıtlamış olduğumuzdur."
Kulenin içinde, Atatürk'ün öğrenim gördüğü Manastır Askeri İdadisi ile Sivas ve Erzurum Kongre binaları ve I. T.B.M.M. binalarının maketleri ve o dönemlere ait fotoğraflar sergilenmektedir. 
SANAT GALERİSİ 
Cumhuriyet Kulesi ve Müdafaa-i Hukuk Kuleleri arasında yer alan bu bölümde Atatürk'ün özel kitaplığı teşhir edilmektedir.
Duvarlarda Atatürk'ü ziyaret etmiş olan yabancı devlet adamları ile Atatürk'ü birlikte tasvir eden yağlı boya tablolar bulunmaktadır. Bu tablolar, ressam Rahmi Pehlivanlı'nın eseridir.
Galeride ayrıca, Atatürk, Milli Mücadele ve Anıtkabir konulu belgesel filmlerin gösterildiği sinevizyon bölümü yer almaktadır.
 
MÜDAFAA-İ HUKUK KULESİ 
Bu kule duvarının dış yüzeyinde yer alan kabartmada, Kurtuluş Savaşımızda ulusal birliğimizin temeli olan Müdafaa-i Hukuk dile getirilmektedir. Kabartmada, bir elinde kılıç tutarken diğer elini ileri uzatmış sınırlarımızı geçen düşmana "Dur!" diyen bir erkek figür tasvir edilmiştir. İleri uzatılan elin altında bulunan ulu ağaç yurdumuzu, onu koruyan erkek figürü ise kurtuluş amacıyla birleşmiş olan milletimizi temsil etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Müdafaa-i Hukuk konusunda söylediği sözler yer almaktadır:
"Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır." (1919)
"Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır." (1923)
"Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez." (1919)
"Türk ulusunun kalbinden, vicdanından doğan ve onu esinlendiren en esaslı, en belirgin istek ve iman belli olmuştu: Kurtuluş." (1927)
Kulenin içinde "Atatürk ve Milli Mücadele" konulu periyodik sergiler düzenlenmektedir. Ayrıca Atatürk'ün öğrenim gördüğü Harbiye Mektebi'nin maketi bulunmaktadır. 
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA 
Komposizyonun sağında bir genç, iki at, bir kadın ve bir erkek bulunmaktadır.Bunlar, savaşın ilk döneminde düşman saldırıları karşısında evlerini bırakıp yurt savunması için yollara düşmüştür. Sağdaki delikanlı arkaya dönmüş, sol elini kaldırıp yumruğunu sıkarak düşmanlara; "Bir gün döneceğiz ve sizden öcümüzü alacağız" demektedir.
Bu üçlü grubun önünde çamura batmış bir araba, çabalayan atlar, tekerleği döndürmeye çalışan bir erkek ve iki kadın ile ayakta bir yiğit ve ona bir kılıç sunan diz çökmüş bir kadın vardır. Bu grup figürleri, Sakarya Muharebesi başlamadan önceki dönemi temsil etmektedir. Bu grubun solunda, yere oturmuş iki kadın ve bir çocuk, düşman istilası altında, Türk ordusunu bekleyen halkımızı simgelemektedir. Bu halkın üzerinden uçarak Başkomutan Mustafa Kemal'e çelenk sunan bir zafer meleği vardır.
Komposizyonun sonunda yere oturan kadın vatan anayı, diz çöken genç Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanan Türk ordusunu, meşe ağacı ise zaferi simgelemektedir. Vatan ana, Türk ordusunun zaferinin simgesi olan meşe ağacını göstermektedir. Kabartma İlhan Koman'ın eseridir. 
BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA 
Komposizyonun solunda yer alan ve bir köylü kadın, bir erkek çocuk ve bir attan oluşan grup milletçe savaşa hazırlık dönemini temsil etmektedir. Sonraki bölümde; Atatürk bir elini ileri uzatmış ve "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" diyerek ordularımıza hedefi göstermektedir. Öndeki melek, Ata'nın emrini borusu ile uzak ufuklara iletmektedir. Bundan sonraki bölümüde, Atatürk'ün emrini yerine getiren Türk ordusunun fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını temsil eden kabartmada, vurulup düşen bir erin elindeki bayrağı kavrayan bir yiğit ile siperde ellerinde kalkan ve kılıçlı bir asker Türk ordusunun taarruzunu sembolize etmektedir. Önde ise elinde Türk bayrağı ile Türk ordusunu çağıran zafer meleği bulunmaktadır. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir. 
MOZOLE 
Anıtkabir'in en önemli bölümü olan mozoleye çıkan 42 basamaklı merdivenlerin ortasında "hitabet kürsüsü" yer almaktadır. Mermer kürsünün tören meydanı cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk'ün "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözü yazılıdır. Kürsü Kenan Yontuç'un eseridir.
Mozole 72x52x17 m. boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, ön ve arka sekiz, yan cepheler ise 14.40 m. yüksekliğinde ondört kolonatla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde, solda Atatürk'ün Türk gençliğine hitabı, sağda ise Cumhuriyet'in kuruluşunun 10. yıldönümünde söylediği nutku yer almaktadır. Harfler taş kabartma üzerine altın yaldızlarla yazılmıştır. 
ŞEREF HOLÜ 
Şeref holüne bronz kapılardan girilir. Girişte sağda Atatürk'ün 29 Ekim 1938 tarihli Türk ordusuna son mesajı, solda ise 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Atatürk'ün ölümü üzerine yayınladığı 21 Kasım 1938 tarihli Türk milletine taziye mesajı yer almaktadır. Bu iki yazıt Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olan 1981'de yazılmıştır.
Girişin tam karşısında büyük pencerenin yer aldığı nişin içinde, Atatürk'ün sembolik lahdi bulunmaktadır. Lahit taşı tek parça kırmızı mermer olup 40 ton ağırlığındadır. Lahit taşının yer aldığı bölüm ise beyaz Afyon mermeri ile kaplıdır. Şeref holünün zemini Adana ve Hatay'dan, yan duvarları ise Afyon ve Bilecik'ten getirilen kırmızı, siyah, yeşil ve kaplan postu mermerlerle kaplanmıştır.
Şeref holünün 27 kirişten oluşan tavanı ile yan galeri tavanları mozaik ile süslenmiştir. Şeref holünün yüksekliği 17 m. olup, yan duvarlarında altışardan 12 adet bronz meşale bulunmaktadır. Mozole yapısının üstü, düz kurşun çatı ile örtülüdür. 
MEZAR ODASI 
Atatürk'ün aziz naaşı, mozolenin zemin katında doğrudan doğruya toprağa kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozolenin birinci katı olan şeref holündeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı olup, piramidal külahlı, tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer almaktadır. Mermer sandukanın çevresinde bütün illerden ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmaktadır. 
ALAGÖZ KARARGÂH MÜZESİ 
Sakarya Savaşı'nda düşmanın Polatlı yakınlarına kadar ilerlemesi üzerine Batı Cephesi Komutanlığı, Ankara-Polatlı arasındaki Alagöz Köyü'nü Cephe Karargâhı olarak seçmiştir. Bu köyün halkından, Türkoğlu Ali Ağa'ya ait çiftlik evi karargâh olarak kullanılmıştır.
Sakarya Savaşı'nın bitiminde bina, sahipleri olan Ali Türkoğlu ve oğulları tarafından 1965 yılına kadar ev olarak kullanılmıştır. 1965 yılında varisleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 1967 yılında, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan Anıtkabir Müze Müdürlüğü'ne devredilen binanın, restorasyonu yapılarak müze haline getirilmiştir.
10 Kasım 1968 tarihinde sadece üst katı tanzim edilerek teşhire açılmış, alt kat odaları ise 1983 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle teşhire açılmıştır.
Bina iki katlıdır ve, Giysi Odası, Kitaplık ve Hatıra Eşya Odası, Zabitan Yemek Odası, Mutfak, Muhabere Odası, Başkumandanlık Odası, Kurmay Heyeti Odası, Dinlenme Odası, Yaveler Odası, Atatürk'ün Yatak Odası, Atatürk'ün Yemek Odası ve Hizmet Eri Odası olmak üzere 12 odadan oluşmaktadır.
 
 


More Cool Stuff At POQbum.com


Myspace Graphics
 
Ben Kim?  
  Adım Recep soyadım Yartaşı A.N bilimli EML. 2.sınıf ögrencisiyim bos zamanımı genellikle rAp tarzı müzik dinliyerek,futbol oynayarak ..vb. sekilde degerlendiriyorum bu siteyi yapma amacım Dünyada egemen olan ABD ülkelerinin tanınmasından dolayı kendi Türk devletlerimizin tanınmasını saglamaktır ne kadar tanıtırım orasını şimdiden kestirmek çok güc..

SAYGILARIMLA- Recep YARTASI -AN.BİLİMLİ 10-B
 
KISA KISA....  
  İSTANBUL'un TARİHÇESİ



İstanbul'un tarihi 300 bin yıl önceye kadar uzanır. Küçükçekmece gölü kenarında bulunan Yarımburgaz mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Neolitik ve Kalkolitik insanların yasadığı sanılmaktadır. Çeşitli dönemlerde yapılan kazılarda, Dudullu yakınlarında Alt Paleolitik Çağ'a, Ağaçlı yakınlarında ise, Orta Paleolitik Çağ ile Üst Paleolitik Çağ'a özgü aletlere rastlanmıştır. 5000 yıllarından itibaren başta Kadıköy Fikirtepe olmak üzere Çatalca, Dudullu, Ümraniye, Pendik, Davutpaşa, Kilyos ve Ambarlı'da yoğun bir yerleşimin başladığı sanılmaktadır. Ama bugünkü İstanbul'un temelleri M.Ö. 7. yüzyılda atılmıştır. M.S. 4. Yüzyılda İmparator Constantin tarafından yeniden inşa edilip, başkent yapılmış; o günden sonra da yaklaşık 16 asır boyunca Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde başkentlik sıfatını sürdürmüştür. Aynı zamanda, İmparator Constantis ile birlikte Hristiyanlığın merkezlerinden biri olan İstanbul, 1453'te Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Müslümanların en önemli kentlerinden biri sayılmıştır.

ANKARA


Ankara'nın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte yapılan araştırmalar, bölgedeki yerleşmelerin insanlık tarihi kadar eski olduğunu, bölgenin birçok medeniyete beşiklik ettiğini ortaya koymaktadır. Belgelere dayanmamakla birlikte ilk adının Galatlar tarafından 'Ankyra (Ancyra)' olarak verildiği ve zamanımıza kadar 'Angora', 'Engürü' ve 'Ankara' şeklinde değişime uğradığı tahmin edilmektedir.

Tarihi, Hitit devrine kadar takip edilebilen Ankara; daha sonra sırasıyla Frigyalılar, Kimmerler, Persler, Lidyalılar, Makedonyalılar, Galatlar, Romalılar ve Selçukluların hakimiyetinde kalmıştır. 1354 yılında Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılan Ankara; 1902 yılında 5 sancak, 21 kazayı kapsamakta iken 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile sancaklar kaldırılmış, Ankara'ya bağlı olan Kayseri, Yozgat, Kırşehir ve Çorum Sancaklarına da 'İl' statüsü verilmiştir.

Temsil Kurulu'nun çalışmalarını yürütmek için karargâh olarak seçtiği Ankara'da 27 Aralık 1919'da büyük bir coşkuyla karşılanan Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini de burada atmıştır. 23 Nisan 1920'de kurulan TBMM Hükümetinin idare merkezi ilan edilen Ankara, 13 Ekim 1923'de çıkarılan bir kanunla da Türkiye'nin Başkenti olmuştur.

Başkent olduktan sonra hızlı bir şekilde sosyal, ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel gelişime sahne olan Ankara; bugün, tüm sektörler itibarıyla kalkınmış, ülkemizin ikinci büyük metropolü haline gelmiştir.

ANITKABİR

Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir.

BAKÜ

Bakü (Azerice: Bakı), Azerbaycan Cumhuriyeti'nin, Hazar Denizi'nin batı kıyısında yer alan başkentidir. Ülkenin en önemli sanayi, ticaret ve kültür merkezi olmanın yanı sıra bir liman kenti olarak da önemlidir.

Nüfusu 2003 verilerine göre 2.000.000'dur. Ancak Dağlık Karabağ'dan ve Ermenistan'dan kaçan mültecilerle birlikte 3.000.000'a yükselmiştir. Halkın ezici çoğunluğu Azeridir. 2006 yılında faaliyete geçen Bakü Tiflis Ceyhan Petrol Boru Hattı'nın (BTC) çıkış noktasıdır. BTC den sonra en büyük proje BTAKdir.

ASKABAT

TARİHÇE

Türkmenler, Türklerin Oğuz grubundandırlar. Ancak, Türkmenleri diğer Ortaasya Türklerinden ayrı tutmak mümkün değildir.
Özellikle Safevi Türk hükümdarı Nadir Şah'tan sonra İranlıların saldırılarına uğrayan Türkmenler 1835'ten sonra Merv bölgesine doğru yayılmaya başlamışlardır. 1860'da Kuşid Han'ın önderliğinde Farsları yenilgiye uğratmışlar ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
1873 te Ruslar Hive'yi işgal etmişler ise de daha sonra yenilgiye uğramışlardır. 1916 da başlayan Türkistan ulusal ayaklanması devam etmiş, 1920'de Hive'yi tamamen ellerine geçirmişlerdir. 1924'te ise Türkmenistan SSCB kurulmuştur.
7 Ocak 1990 tarihinde Türkmenistan'da seçimler yapılmış, resmi dil Türkmence olarak kabul edilmiştir. Türkmenistan 22 Haziran 1990 tarihinde egemenliğine, 27 Ekim 1991 tarihinde ise yeni cumhuriyetlerine kavuşmuşlardır.
Türkmenistan'da daha çok Güneybatı Türk lehçeleri ya da Oğuzca grubuna giren ve Azeri Türkçesiyle Türkiye Türkçesine yakın bir dil kullanılmaktadır.


ASTANA
Tarihi: Türkçe'de "Kazak", sözcüğü özgür, bağımsız, yiğit, cesur anlamına gelmektedir. Kazakların kullandığı dil; Kazak Türkçesi Tatar, Başkut, Nogay, Kırgız, Kıpçak lehçeleri arasında yer alır. Kazak Türkçesinin gelişmesi ise Ibray Altınsanın, Çokan Velihanou'un ve Abay Kuranbaydı'nın çalışmalanyla gelişmiş ve Kazaklar arasında konuşma ve yazı dili gelişme göstermiştir. Ayrıca Arapça ve Farsçadan daha az etkilenmiştir.
Kazakistanda yapılan kazılarda elde edilen buluntuların Yenisey motiflerine benzediği dikkat çekıniştir ve özellikle Kök Türkçe mezar kitabeleri üzerinde bilim adamlarının yapıtkları araştırmalarda Kazakistandaki Türk varlığıyla ilgili önemli belgeler çıkarmışlardır. Altaylarda bulunan demir eritme ocaklarına Kazakistanda da rastlanmış, Güney Kazakistanda, ok uçları, kama sapları, bulundğu görülmüştür.
Ancak Kazaklann ortaya çıkışları çok eskilere gitmesine karşın tarihi kaynak'ara göre Ccngiz Han'ın torunları zamanına rastlamaktadır. Kazaklar kendilerinin Alaş-Alaç adlı Ata'dan geldiklerine inanırlardı. Bu Ata'nın üç oylu olduğu bıınların dn üç kazak boyunu meydana getirdiklcrini kabul ederlerdi.
Geleneksel olarak göçebe olan kazakların tarih sahnesinde etkili olmaları ise Özbek Hanları devrinde olur. Bu dönemde Kazaklar Canı Bel'in Oğ!u Kasım Han İdaresinde Balkaç bölgesinde yaşarlarken, bir kısmı da Burunduk Yönetiminde Urallarda yaşıyordu. Daha sonra Kasım Han, Bütür. Kazaklaı- kendi egemenliği altına alır (1520). 17. yüzyılda ise Tevka Han, Kazak Türklerinin yasal kurallara bağlar. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda Ruslar Türkistan'da önemli işgallerde bulunur. Bu olaya Kazaklar büyük tepki gösterir. 1783'te Sırım Batur önderliğinde Kazaklar bir ayaklanma başlatırlar.
Kazak önderler 1906 da halkta ulusal (milli) bilincin uyanmasını sağlarlar. 1916 da harekete geçerler ve 1917 de Umumi Kazak Kongresini toplayarak Orenbur'u Başkent yaparlar. 1924 de otonom olarak başkentlerini Ak-Mescit'e taşırlar ve 1936 da Sovyetlerin bir üyesi statüsünü kazanırlar.
Kazakistan 1990'da egemenliğini, 1991 tarihiııde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kazakistan Cumhuriyeti Birleşmiş Milletlerin bir üyesi olmuştur. Kazakistan Cumhuriyetinde sosyal demokrat azat hareketi, milliyetçi Alaş Hareketi, Ulusal Demokrat Parti bulunmaktadır.

ALMATI


Kazakistan, (Kazakça: Қазақстан, Qazaqstan, Rusça: Казахстан, Kazakhstán), resmi adıyla Kazakistan Cumhuriyeti. Orta Asya ve Doğu Avrupa arasında ülke. 2,727,300 km² yüz ölçümü ile (Batı Avrupa'nın yüz ölçümü kadar) dünyanın en büyük yüz ölçümüne sahip dokuzuncu ülkesidir. Komşuları kuzeyde ve kuzeybatıda Rusya Federasyonu, güneyde Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan, doğuda Çin Halk Cumhuriyeti bulunur. Ülkenin ayrıca Hazar Denizi ve Aral Gölü'ne kıyısı vardır.

Bağımsızlığın kazanılmasına doğru 1989 yılında 16,464,464 kişi olan ülke nüfusu, 2006 yılına gelindiğinde 15,300,000 kadar insana düşmüştür. Ülke bugün nüfus bakımından dünyanın 62. büyük ülkesi olmakla birlikte, kilometrekare başına 5.4 insan ile 215. dir.

TAŞKENT

Taşkent (Özbekçe: Toshkent, Тошкент, Rusça: Ташкент) Özbekistan Cumhuriyeti'ne bağlı Taşkent ili'nin başkenti. Orta Asya'nın nüfus bakımından en büyük kenti olan Taşkent, eski Sovyet Cumhuriyetleri içinde de Moskova , St. Petersburg ve Kiev'den sonra dördüncü büyük kenttir. 1966 yılında yaşanan yıkıcı depremin ardından kent büyük ölçüde yeniden inşaa edilmiştir.
2006 yılı rakamlarında göre şehrin nufusu 2,000,000 dir.

Geniş yolları, yeşil alanları, park - bahçeleri, düzenli yerleşimi, düzenli ve sağlam altyapısı ile kent Sovyet şehir planlamacılığının en önemli örneklerinden biridir.

BUHARA

Buhara (Özbekçe: Buxoro, Бухоро), Orta Asya'nın en eski yerleşim bölgelerinden olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içinde bulunan tarihî şehir. Arkeolojik bulgular şehrin tarihinin en az 2500 yıl civarında olduğunu göstermiştir. Şehirde yapılan Arkeolojik kesit çalışmalarında yaklaşık 20 m kadar derinlikteki alt katmanda; kamusal binalar, askeri tahkim yapıları ve çanak-çömlek ve madeni paralar gibi çeşitli arkeolojik buluntulara rastlanılmıştır.[1] Buhara tarih boyunca bölgenin önemli kültür ve ticaret merkezlerinden bir olmuştur.

SEMERKAND


Özbekistan, resmi adıyla Özbekistan Cumhuriyeti (Özbekçe: O‘zbekiston Respublikasi; Rusça: Республика Узбекистан), Orta Asya'da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden bağımsızlığını kazanmış bir devlet. Denize kıyısı olmayan ülkenin komşuları kuzeyde ve batıda Kazakistan, doğuda Kırgızistan ve Tacikistan ile güneyde Afganistan ve Türkmenistan'dır.

BİŞKEK

Bişkek (Kırgızca ve Rusça: Бишкек), Kırgızistan'ın başkentidir. 1878 yılında kurulan kentte, 2004 sayımına göre 866.300 kişi yaşar. Kent, Sovyetler Birliği döneminde (1926-1991 arasında), Bolşevik askeri önderlerinden Mikhail Frunze'nin anısına Frunze adıyla anılmıştır.

Bişkek, geniş yolların, mermer devlet yapılarının, Sovyetler Birliği biçeminde apartman bloklarının birarada bulunduğu bir kenttir. Kent, bir satranç tahtası biçiminde tasarlanmış olup, sokakların çoğunun iki yanında agaçları sulama amaçlı dar arklar bulunur. Bu yolla sulanan ağaçlar, yazları sıcakta gölgelik görevi gördükleri gibi, kenti de güzelleştirirler.


URUMÇİ

Urumçi (Uygurca: ئۈرۈمچی (Ürümçi), Çin'in kuzeydoğusunda Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin başkenti olan 5 milyon nüfuslu bir şehirdir. 10.989 km²'lik bir alan kaplar. Şehrin adı 1954'e kadar Dihua`ydı. Bu tarihten sonra ismi Urimçi ve günümüzde de Wurimçi olarak degiştirlmiştir. 174,53 kişi/km².

KASGAR

Kaşgar, (Uygurca قەشقەر Çince 喀什) Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin batısında yer alan tarihi bir şehir.

Taklamakan Çölünün batısında Tienşan Dağlarının eteklerinde Çin'in Xinjiang (Doğu Türkistan) özerk bölgesinde yer alan Kaşgar (Kashgar) deniz seviyesinden 1290 m yükseklikte kurulmuştur. Şehrin kuruluşu tarihi Han Hanedanlığı dönmine kadar uzanmaktadır. Şehirde ilk hüküm süren Müslüman Türk hükümdarı Karahanlılar'dan Abdülkerim Satuk Buğra Han'dır.

Kaşgar Karahanlılar zamanında tarım havzasının en önemli kültür merkezi haline geldi. Yusuf Has Hacib ünlü eseri Kutadgu Bilig'i bu şehirde yazdı. Divân-ı Lügati't-Türk'ün yazarı Mahmud 'da Kaşgar'da doğdu. ŞehirMelikşah zamanında Büyük Selçuklu idaresine girdi. Büyük Selçuklulardan sonra Karhıtayların idaresine giren şehir 1218'de Moğolların eline geçti. Kaşgar 1399'da Timurlular Devleti'nin idaresine girdi. Timur Ankara Savaşı'ndan sonra Anadolu'dan getirdiği Kara Tatarların (Kazan (Qazan) Tatars) bir bölümünü Kaşgar'a yerleştirdi.


TURFAN



Onbeşinci yüzyılın başlarında, Doğu Türkistan ve eski Uygur bölgesinde, Çağatay Hanedanı hüküm sürüyordu. Bunlar, Müslümanlığı benimsemiş ve Müslüman olmayan Oyrat ve Kalmuklarla savaşmakta, cihad etmekteydiler.

Çağatayların hükümdarı Veyis Han, 1418-1428 yılları arasında bir yandan iktidarı sürdürüyor, bir yandan da sulama kanalları açarak tarımı geliştirmeye çalışıyordu. Kaşgar, Yarkent ve Hotan çevresine tamamen hâkimdi.

Veyis Han, 1429′da öldü ve oğulları Esen Buğa ile Yunus Beğ arasında taht kavgası başladı. Emir Doğlat Seyyid Ali, Esen Buğa’yı destekledi ve Esen Buğa, tahta çıktı. Bilgin ve edib olan kardeşi Yunus Beğ ise, Timuroğulları’ndan Uluğ Bey’e sığındı.

Yunus Beğ, tahttan vazgeçmemişti ve ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Esen Buğa, 1462′de ölünce, aradığı fırsatı buldu ve Timurlu Ebu Said hanın desteği ile, bütün batı Çağatay bölgesini ele geçirdi. Ama Kaşgar, Yarkent ve Hotan civarı, şeklen Çağatay Hanına bağlı olan Türk Doğlat ailesinin elinde kaldı.

KIZIL

Kızıl Ordu

Kuruluşu
Kızıl Ordu, S.S.C.B.'nin ve daha sonra Bağımsız Devletler Topluluğu'nun[kaynak belirtilmeli] ordusudur. 1917 yılında Ekim Devrimi'nin ardından dağılan Rus İmparatorluğu'nun yerini almıştır. Gayri resmi olarak Ekim Devrimi sırasında İmparatorluk ordusuna karşı savaşmak için kurulmuş olup 22 Nisan 1917 de köylü ve işçilerin düzenli bir ordu için eğitime başlanması ile resmen kurulmuştur. Kurucusu daha sonra Stalin'e karşı yürüttüğü iktidar savaşını kaybedecek olan Lev Troçki'dir.

Altaylar ve Abakan
Altaylar Türk-Tatar halklarından, Sibirya'da yaşayan bir halk grubudur. Bazen Altay-Tatarları ya da Altay-Türkleri diye de adlandırılırlar.


Tarih
1948'den evvel Altaylar birçok, hepsi ayrı isimler taşıyan, boylardan oluşuyordu. Ana boy olarak Oyratlar (ya da Oyrotlar) ismi yaygındı. Ama asıl Oyratlar Moğol olduğundan dolayı, Türk boyları onlardan farklı olduklarını belirtmek için kendilerine Ak Oyratlar ve Moğollara da Kara Oyratlar derlerdi.


YAKUTSK

Saha (Yakutya) Cumhuriyeti, Saha Türkçesi: Саха Республиката (Saha Respublikata), Rusya Federasyonu’nu oluşturan federe cumhuriyetlerden biridir. Cumhuriyetin Rusça'da tam adı Respublika Saha (Yakutiye) olarak yazılır.
Saha Cumhuriyeti Türkçe'de Yakutistan, Yakutiye biçimlerinde de yazılmaktadır. Cumhuriyet, 3.103.200 km²’lik bir alanı kaplar ve bu alan, Rusya Federasyonu topraklarının beşte biridir. Saha Cumhuriyeti, diğer federe cumhuriyetler arasında en geniş topraklara sahip devlettir.

KAZAN

Tataristan Cumhuriyeti (Tatar Türkçesi: Tatarstan Respublikası; Rusça: Респу́блика Татарста́н veya eski adıyla Тата́рия), Rusya Federasyonuna bağlı bir cumhuriyettir.

İdil Nehri havzasının orta kesiminde. Moskova'nın yaklaşık 700 kilometre doğusunda, 68 bin kilometrekare büyüklüğünde, İdil Nehri ve Kama nehirlerinin birleştiği noktanın çevresinde yer alır. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir.

Federasyon içindeki ikinci büyük etnik ve dini grubu teşkil ederler. Önemli şehirleri Bugulma, Almetyevsk, Çistopol'dur. Nüfus yoğunluğu 54'tür. Nüfusun % 48'ini Tatarlar, % 43'ünü Ruslar, % 4'ünü Çuvaşlar, % 5'ini diğer milletler meydana getirir.

Başkent Kazan 1000 yıllık bir şehirdir ve ilginç mimarisiyle ilgi çekmektedir.

UFA

Ufa, (Өфө/Öfö) Başkortostanın başkenti ve en büyük şehridir. 1,1 milyon nüfusa sahiptir. 1574 yılında bu şehir bir kale ile kuruldu. Ufa şehirinde 4 üniversite bulunmaktadir. Ünlü Daşka Taşı Ufa şehrinin yakınlarında Rus bilimadamları tarafından bulundu. Rus Devlet İstiatistik (Rostat) 2005 raporuna göre Moskova dan sonra Ufa Rusya Federasyon'u içinde ikinci yüksek yaşam kalite ve gelir rakamına sahipdir. Ankara Büyükşehir ile kardeşşehir antlaşmaları mevcuttur.

CEBOKSARI

CEBOKSARI

İdil-Ural'da bulunan Türki halklar ( Çuvaş-Tatar-Başkurt ) Büyük Bulgarları ortak ataları olarak kabul ediyor. Bölgede 3 Fin-Ugor ( Mari-Mordva-Udmurt ) özerk cumhuriyeti ve 10 idari bölgenin dışında Rus ve Ukraynalılarda yaşıyor.
13. yüzyılda Moğol komutan Batu'nun hakimiyetine daha sonra ise Türk-Moğol devleti Altın Orda'nın hakimiyetine giren bölge Türk olma özelliğini Kazan Hanlığı'nın Korkunç İvan tarafından işgal edildiği 1552'ye kadar sürdürüyor. Ruslar bölgeyi ele geçirince tarihin tüm izlerini sistematik olarak yok ediyorlar. Tarihi eserleri yok etselerde yörenin yerli Türk halkı ortadan kaldırılamıyor. Türk halkı, kendini işgal eden Ruslardan daha köklü, yüksek bir kültüre sahip olduğu için varlığını koruyor. Ancak Ruslarla birlikte yaşamak onları ekonomik, kültürel, sosyal açıdan geride bırakıyor. Bu acı gerçeği milli müzelerini gezerken hissediyorsunuz. 15. yüzyıldan sonra insanların yaşam düzeyleri geriliyor, Bolşevik döneminde sürgünler, acılar birbirini izliyor ve Sovyetler'in dağılmasından sonra bugünlere enkaz halinde bir bölge ulaşıyor. Rusya, bölgeye ekonomik olarak bakmıyor, gelişmelerine yardımcı olmuyor, ama idari olarak her şeye karışmayı sürdürüyor. Rusya'nın hassas karnındaki bu bölge yeni yeni uyanıyor.





NALCİK

Nalçik (Karaçay-Balkarca ve Rusça: На́льчик; Kabardeyce: Налшык). Rusya’nın güneyinde, Kuzey Kafkasya’da, Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti’nin başkenti. Kafkas Dağları eteklerinde, 550 metre yükseklikte kurulmuştur. Kent, 131 km²’lik bir alana yayılır. Nüfusu: 274.974 (2002 ).

Nalçik kenti, 1743 tarihinden bu yana Balkarlar ve Kabardeylerle meskundur. Kent, 19. yüzyılda bölgeyi ele geçiren Ruslar tarafından 1818 yılında kuruldu. Nalçik, 1917 Ekim Devrimi’nden önce önemsiz bir yerleşmeydi. 1921’de kent statüsü aldıktan sonra önem kazandı ve Kabardey özerk bölgesinin (oblast) merkezi oldu.

BAHCESARAY

Bahçesaray, Van ilinin bir ilçesidir. Genelikle kışın ulaşıma kapanan ve 6 aydan önce açılmayan yoluyla ünlenmiştir. 1962'ye kadar Siirt'in Pervari ilçesinin bucağıyken, Van'ın Gevaş ilçesine bağlanmıştır. 1987'de ilçe olmuştur. Eski adı Müküs'tür.en önemli geçim kaynağı cevizdir.ceviz ağaçlarının kütüğünü satarak önemli miktarda gelir elde eder.halkı satranç oynamaya meraklıdır.1915 öncesi çoğunluklu bir ermeni nüfus vardı.ilçede eski kiliseler vardır. İlçe ortasında çağlayarak akan Müküs ırmağında bol miktarda alabalık vardır. Ayrıca rafting sporları için çok uygundur.


Kerkük

Kerkük (1519'dan önce Gökyurt), Irak Federal Cumhuriyeti topraklarında bulunan ve Kürtler'in, Türkler'in, Araplar'ın, Asurlar'ın ve Ermeniler'in oluşturduğu bir şehirdir.

1519'da Osmanlı hakimiyetine girmeden önce Gökyurt olarak anılan Kerkük, 1926 yılında İngiltere ile yapılan Ankara Antlaşması'yla Irak'a devredilmiştir. Daha öncesinde şehir sırasıyla Musul Beyliği (1127 – 1233), Erbil Beyliği (1144 - 1209) Kerkük Beyliği (1230), Kara Koyunlu Devleti(1411 - 1470) ve Ak Koyunlu Devleti (1470 - 1508) hakimiyeri altında bulumuştur ve halen Misak-ı Milli sınırları içerisindedir.


TEBRİZ

Tebriz (Azeri ve Farsça: تبریز) İranın kuzey batısındaki en büyük şehri ve tahmini nüfusu 1,597,319 dur. Kuzeyde Eynalı dağı, güneyde volkanik Sehend dağı arasında bulunmaktadır. Doğu Azerbaycan ilinin başkenti olup, alan ve nüfus açısından İranın ikinci en büyük şehri ve halkın dili Azeri Türkçesi'dir.
 
Geçmişten Gelecege Turk Alfabeleri  
  Türk dilinin en eski izleri Sümer kaynaklarindaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800 yillari arasina ait Sümerce metinlerde 300'den fazla Türkçe söz yer almaktadir. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alis veris sonucu ortaya çikmistir. Hangi ihtimal dogru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasina çikmakta, yani bundan 4-5000 yil geriye gitmektedir. Ortak sözler Türklerle Sümerlerin komsu olduklarini da gösterir. Türklerin hiç olmazsa bir bölümü M.Ö. 2000-3000 yillari arasinda, belki de daha önce Ön Asya'da yasamis olmalidir. M.Ö. 7.-3. yüzyillar arasinda Karadeniz'le Hazar'in kuzeyinde ve Kuzeydogusunda yasayan Sakalarin önemli bir bölügü ve yöneticileri de büyük ihtimalle Türktü. M.Ö. 6. yüzyilda yasamis olan Sakalarin kadin hükümdarinin adi Yunan kaynaklarinda Tomiris olarak geçer. Bu kelime Türkçe Temir (demir) olsa gerektir. Dîvânü Lûgati't-Türk'te anlatildigina göre Iskender'in Türkistan seferi sirasinda (M.Ö. 330'lar) Türklerin bir kismi, hükümdarlari Su yönetiminde Hocent civarinda, yani Seyhun'un yukari havzalarinda idiler. Iskender'in gelisiyle Su ve idaresindeki Türkler Altaylara çekildiler; Oguzlar ise Hocent civarinda kaldilar. Çin kaynaklarindaki ilk bilgilere göre Türkler Çin'in kuzeyindeki bozkirlarda yasiyorlardi. M.Ö. 220'lerde ortaya çikan Tuman (Teoman) Yabgu ve M.Ö. 209'da hükümdar olan oglu Motun (Mete) Yabgu, Hunlarin büyük hükümdarlari idiler ve merkezleri bugünkü Mogolistanda bulunan Orhun vadisinde idi. Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840'a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmustur. M.Ö. 220 - M.S. 840 arasindaki 1000 küsur yillik dönemde Türkler kudretli zamanlarinda Okyanus kiyilarindan Hazar'a, hatta bazen Karadeniz'in kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardi. Türklerden bir bölügü M.S. 370'lerde Idil'i geçmis ve Kafkaslarla Karadeniz'in kuzeyine ulasmisti. Bati Hunlari, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kipçaklar 370'ten baslayarak yüzyillar boyunca Dogu Avrupa ve Balkanlari yönetimleri altinda bulundurmuslardir. Asya ve Avrupa Hunlarina ait herhangi bir Türkçe metin elimizde bulunmamaktadir. Ancak Çin ve Bizans kaynaklarina geçen bazi özel adlar ve kelimeler onlara ait Türkçe veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarinda geçen tehri, kut, yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çincelesmis biçimleri, milât yillarina ait Türkçe verilerdir. Attilâ'nin babasinin adi olan Muncuk (Boncuk) ve ogullarinin adlari Dehizik, Irnek, Ilek Türkçeyle açiklanabilmektedir. 6.-9. yüzyillardaki Tuna Bulgarlarindan yil ve ay adlari ile birkaç kelimelik bazi küçük metinler kalmistir. Yillar hayvan adlariyla adlandirildigi için yil adlari ayni zamanda çesitli hayvanlarin adlarini gösteriyordu. Aylar sira sayilariyla ifade edildigi için Bulgar Türkçesindeki sayilarin adlarini da böylece ögrenmis oluyorduk. Mogolistan'da bulunmus olan 6 satirlik Çoyr yaziti tarihi bilinen en eski metindir. Ilteris Kagan'a katilan bir askeri anlatan metin 687-692 arasinda yazilmis olmalidir. Orhun anitlari olarak bilinen Isbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl Iç Çor (Ihe-Husotu), Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kagan anitlari 719-735 yillari arasinda yazilmislardir. Uygurlarin ikinci kagani Moyun Çor Kagan'a ait Taryat, Tes ve Sine-Usu anitlari 753-760 arasinda dikilmistir. Mogolistan'da, Yenisey vadisinde, Kazakistan'da, Talas'ta (Kirgizistan), Kuzey Kafkasya'da, Idil-Ural bölgesinde, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonya'da Göktürk harfleriyle yazilmis daha yüzlerce yazit bulunmustur. Bu küçük yazitlarin 7.-10. yüzyillar arasinda yazildigi tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyillarda Dogu Avrupa ve Balkanlardan, hatta Macaristan'dan Güney Sibirya'ya ve Mogolistan içlerine kadar uzanan sahada Türkçe, Göktürk harfleriyle yazilan bir yazili dil olarak kullanilmaktaydi. 9. yüzyildan itibaren Türkçenin yazili ürünlerini daha güneyde, Tarim havzasinda da görmeye basliyoruz. 840'ta Tarim havzasinda ve Gansu bölgesinde devletler kuran Uygurlar; Göktürk, Uygur, Sogdak ve Brahmi alfabeleriyle kâgit üzerine yüzlerce eser yazdilar, yüzlerce belge biraktilar. Hatta bunlarin bir kismi yazma degil, basma eserlerdi. Uygur yazili eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyila kadar devam etmistir. 11. yüzyilda Kâsgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya çikar. 1069 tarihli Kutadgu Bilig Balasagun'da yazilmaya baslanmis, Kâsgar'da Karahanli hükümdarina sunulmustur. 1070'lerde Bagdat'ta kaleme alinan Dîvânü Lûgati't-Türk de aslinda Kâsgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyilda Müslüman olduklari hâlde 11. yüzyilda Arap yazisi henüz Türklerin yazisi hâline gelmemisti. Kâsgarli Mahmud 1070'lerde Türk yazisinin Uygur yazisi oldugunu kesin sekilde kaydeder. Kâsgarli Mahmud Türklerin 20 boy oldugunu yazar ve onlari batidan doguya dogru söyle siralar: 1. Beçenek, 2. Kifçak, 3. Oguz, 4. Yemek, 5. Basgirt, 6. Basmil, 7. Kay, 8. Yabaku, 9.Tatar, 10. Kirkiz, 11. Çigil, 12. Tohsi, 13. Yagma, 14. Ugrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hitay. Listedeki Hitay'i Kâsgarli'nin ifadesiyle "Çin ülkesi" olarak ayirmak gerekir. Bu siralamadan az sonra Kâsgarli Beçeneklerle Kifçaklar arasina Suvarlarla Bulgarlari yerlestirir. Kâsgarli'nin iki dilli olduklari için dillerini bozuk saydigi Sogdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Argulari da Türk boylari arasinda saymaliyiz. Demek ki 11. yüzyilda Balkanlardaki Bizans sinirindan Çin ve Mogalistan içlerine kadar Türkçe konusuluyordu. 13. yüzyilda Türk yazi dilinin merkezîlestigi bölge Aral'in güneyindeki Harezm bölgesidir. 13.-14. yüzyillarda Altinordu'nun merkezi olan Hazar'in kuzey kiyisindaki Saray'dan hatta daha batidaki Kirim'dan Tarim havzasinin dogusundaki Gansu'ya kadar Türk yazi dili kesintisiz olarak kullaniliyordu. Tarim havzasiyla Gansu'da kullanilan dile Türkoloji literatüründe Uygur Türkçesi, Altinordu ve Türkistan sahasinda kullanilan dile ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasinda ses ve gramer yönünden hemen hemen hiç fark yoktur. Yazilari ise farklidir. Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazisini kullanir. 13. ve 14. yüzyillarda Türk yazi dili, bu ana sahadan baska üç cografyada daha kullaniliyordu. Bunlardan biri Yukari Idil (bugünkü Tataristan) sahasidir. Burada bulunan mezar kitabelerinin dili Idil Bulgarcasi idi. Ikincisi Misir ve kismen Suriye idi. Buradaki yazi dili Harezm Türkçesine çok yakindi ve Kipçak Türkçesi adini tasiyordu. Üçüncü saha Azerbaycan ve Anadolu sahasiydi. 13. yüzyilda bu alanda Oguz agzina dayanan yeni bir yazi dili dogmustu. Bu yazi dili Balkanlara dogru sahasini genisleterek kesintisiz sekilde bugüne dek sürmüstür. Sadece mezar kitabelerinde gördügümüz Idil Bulgarcasi 14. asirdan sonra yerini Kipçakçaya birakir. Misir ve Suriye'de ise 15. yüzyildan sonra Kipçak Türkçesi kullanilmaz olur. Karadeniz, Kafkaslar, Hazar denizi ve Iran, Kuzey-Dogu Türkçesi ile Bati Türkçesini ayiran tabiî sinirlardir. 11. yüzyildan itibaren Oguzlar Iran'i asarak Azerbaycan ve Anadolu'ya gelmisler ve Bati Türklügünü olusturmuslardir. Bati Türklügü 14. yüzyilda Balkanlara tasmis, daha sonra Macaristan sinirina dayanmistir. Bugünkü Irak ve Suriye'nin kuzey bölgeleri de Bati Türklerinin 11. yüzyildan itibaren yerlestikleri yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklügünün tabiî uzantisiydi. Öte yandan Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda Osmanli Türkü yerlesmisti. Bütün bu sahalarda Bati Türkçesi ortak bir yazi dili olarak kullanilmistir. 13. ve 14. yüzyillarda Anadolu ve Azerbaycan'da yazilan eserleri, yazi dili olarak birbirinden ayirmak kolay degildir. Bu asirlarda yazi dili henüz standartlasmamistir; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çesitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyilda Osmanlilar güçlenerek birligi kurmaya yönelirler ve yeni olusmaya baslayan Istanbul agzi esasinda Osmanli Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyilda Dogu ve Güney-Dogu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanli topraklarina dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanli Türkçesi alani içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, Iran'la birlikte bir baska Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalir. Ancak yine de 16. asirda Azerbaycan ve Osmanli yazi dillerinin kesin sekilde ayrildigini söylemek dogru degildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de sairidir. 17. yüzyildan sonra iki yazi dilinin ayrildigini söylemek mümkündür; ancak aralarindaki fark yok denecek kadar azdir. Kuzey ve dogu Türklerinde Harezm Türkçesinin devami niteligindeki Çagatay Türkçesi tek ve ortak yazi dili olarak 15. yüzyildan 20. yüzyil baslarina kadar sürdü. Bunun bir tek istisnasi vardi: Kirim Hanligi. Osmanli idaresinde bulundugu için Kirim Hanliginda kullanilan yazi dili Osmanli Türkçesi idi. 13. yüzyildan itibaren iki ayri yazi dili hâlinde gelisen Dogu ve Bati Türkçeleri sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuslardir. Çagatay sahasi eserleri, özellikle Nevayî Osmanli ve Azerbaycan Türklerince hep okunmustur. Buna karsilik Osmanli eserleri de özellikle Idil-Ural bölgesinde sürekli okunmustur. Osmanli ve Azerbaycan sahasinda Nevayî'ye Çagatayca olarak nazireler yazilmis ve bu 19. yüzyila kadar sürmüstür. 1552'de Kazan'in düsmesiyle baslayan Rus yayilmasi 1885'te Bati Türkistan'in isgaliyle tamamlanmistir. Dogu Türkistan 1760'larda Çin isgaline ugramisti. 19. yüzyilin sonuna gelindiginde bagimsiz olan Türkler sadece Osmanli Türkleriydi. 19. yüzyilin ortalarinda Türk yazi dilleri için yeni bir süreç baslar. Kazan Üniversitesinde hocalik yapan müstesrik ve papaz Ilminski, her Türk boyunun konusma dilinin ayri bir yazi dili hâline gelmesi gerektigi görüsünü ortaya koyar ve bunun için çalismaya baslar. Özellikle Tatar aydinlariyla Kazan'da okuyan Kazak aydinlari üzerinde etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazi yazar ve sairleri, ortak olan Çagatay yazi dili yerine kendi konusma dillerini yazi dili hâline getirmeye çalisirlar. Yüzyilin sonlarina dogru Tatar ve Kazak yazi dillerinin ilk eserleri verilmeye baslar. Ilminski'ye karsilik Gaspirali Ismail, 1884'te Bahçesaray'da (Kirim) çikarmaya basladigi Tercüman gazetesi ve Türk dünyasinin her tarafinda açtirdigi usûl-i cedit okullari vasitasiyla ortak yazi dilini savunur; bütün Türk dünyasinin sadelestirilmis Istanbul Türkçesinde birlestirilmesini ister. Rusya'da Mesrutiyetin ilân edildigi 1905 yilindan itibaren Kirim, Idil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazi dili konusu siki bir sekilde tartisilir. Gaspirali Ismail'in tesirinde kalan Türk aydinlari yazi dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. Ilminski'nin fikirleri ise baska müstesrikler ve Çarlik memurlari tarafindan yayilmaya çalisilir. Ilminski gibi bir papaz ve müstesrik olan Nikolay Ostroumov 1870'ten 1918'e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazeti’ni çikararak bu gazete vasitasiyla Irancalasmis Özbek agizlarini yazi dili hâline getirmeye çalisir. 1888-1902 arasinda çikarilan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayi, 1905-1908 arasinda çikarilan Mecmûa-yi Mâverâyi Bahr-i Hazar Türkmenceyi yazi dili yapmaya ugrasir. Her üç gazete de Çar idaresince çikarilmaktadir. Yüzyilin basindaki bu tartisma ve uygulamalar kaynaklara ulasmanin zorlugu yüzünden bugüne kadar ciddî sekilde arastirilmis degildir. Ancak 1917'deki Bolsevik ihtilâlinden sonra serbest tartisma ortami yok edilmis, Ilminski ve Ostroumov'un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konusma dili ayri yazi dili hâline getirilmistir. Bu süreç Sovyetler Birligi’nde 1930'larda tamamlanmistir. Çin idaresindeki Dogu Türkistan'da ise Uygurca, Çagatay yazi dilinin devami olarak sürerken 1949'daki komünist idareden sonra mahallîlestirilmistir. Alfabe degisiklikleriyle bu süreç hizlandirilmis, her Türk yazi dili için ayri alfabeler olusturularak farklilik artirilmaya çalisilmistir. Bütün bu çalismalar sonunda bugün 20 Türk yazi dili ortaya çikmis bulunmaktadir: 1) Türkiye Türkçesi, 2) Gagavuz Türkçesi, 3) Azerbaycan Türkçesi, 4) Türkmen Türkçesi, 5) Kirim Tatar Türkçesi, 6) Karaçay-Malkar Türkçesi, 7) Nogay Türkçesi, 8) Kumuk Türkçesi, 9) Kazan Tatar Türkçesi, 10) Baskurt Türkçesi, 11) Kazak Türkçesi, 12) Karakalpak Türkçesi, 13) Kirgiz Türkçesi, 14) Özbek Türkçesi, 15) Uygur Türkçesi, 16) Altay Türkçesi, 17) Hakas Türkçesi, 18) Tuva Türkçesi, 19) Saha (Yakut) Türkçesi, 20) Çuvas Türkçesi. Rusya bugün dahi yeni yazi dilleri olusturma fikrini birakmis degildir. Tataristan Cumhuriyeti disinda kalan Bati Sibirya Tatarlari ile Güney Sibirya'daki Sorlarin agizlari bazi fonlar ve yardimlar yoluyla yazi dili hâline getirilmeye çalisilmaktadir. Türk dünyasinda 1990'dan beri yeni bir süreç baslamistir. Bes Türk cumhuriyeti bagimsiz olmus, digerleri de daha serbest hareket edebilme imkânlarina kavusmustur. Simdi artik kendi kültür politikalarini kendileri tayin edecek duruma gelmislerdir. Nitekim bunun etkisi de kisa zamanda görülmeye baslanmistir. 1991 Araliginda Azerbaycan, 1993 Nisaninda Türkmenistan, 1993 Eylülünde Özbekistan, 1994 Subatinda Karakalpakistan Lâtin alfabesine geçme karari almislardir. Bu ülkelerde yeni alfabeye geçis kademeli olarak uygulamaya konmustur. Öte yandan Kirim Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazi süreli yayinlarini yeni alfabeyle basmaya baslamislardir. "Dil disi sartlar" dedigimiz siyasî, iktisadî ve kültürel iliskiler de Türk yazi dilleri arasinda yeni etkilesim ve olusumlara yol açmaya baslamistir. Türkiye'de Türk cumhuriyetlerinin edebiyatlarina ait bazi parçalar lise edebiyat kitaplarina konmustur. Türk Ocaklari, Kültür Bakanligi, TÖMER gibi kuruluslarca Türk lehçelerini ögreten kurslar açilmistir. Nihayet dört üniversitede (Ankara, Gazi, Mugla, Atatürk) Çagdas Türk Lehçeleri ve Edebiyatlari bölümleri açilmistir. Pek çok Türkiyeli genç Türk cumhuriyetlerinde ögrenim görmektedir. Sayilari az da olsa sosyal bilim dallarindaki bazi genç arastiricilar Türk topluluklari arasinda arastirmalar yapmaya baslamislardir. Avrasya televizyonunun bazi genç yapimcilari da Türk dünyasina sik sik giderek yeni yapimlara imzalarini atmaktadirlar. Siyasî, iktisadî, ilmî ve kültürel heyetler de sik sik bu dünyaya yolculuk etmektedir. Türk cumhuriyet ve topluluklarinda uzun süreli kalan is adamlari ve görevliler de az degildir. Bütün bu tesebbüs ve iliskiler Türk lehçelerinin Türkiyeli aydinlar ve gençler tarafindan ögrenilmesine yol açmaktadir. Türkiye Türkçesinin diger Türklerce ögrenilmesi ise çok daha büyük ölçülerde karsimiza çikmaktadir. Türkiye'de ögrenim görerek bizim lehçemizi ögrenen ögrencilerin sayisi 10.000'i geçmistir. Iktisadî, kültürel veya ilmî sebeplerle Türkiye'ye gelip kisa veya uzun süreli ülkemizde kalan ve Türkiye Türkçesiyle bizlerle anlasabilen pek çok insan vardir. Öte yandan Türk cumhuriyet ve topluluklarinda pek çok okul açilmistir ve bu okullarda on binlerce ögrenci okumakta, Türkiye Türkçesini ögrenmektedir. Dogrudan dogruya Türk televizyonlarini izleyebilen Azerbaycan veya Avrasya yayinlarina bakan Türkistan cumhuriyetleri bu kanalla da Türkiye Türkçesine asina olmaktadir. Bütün bu temas ve faaliyetlerin sonuçlarini önümüzdeki yillarda görebiliriz. Türk televizyonlarini izleyen Azerbaycanli çocuklar daha simdiden Türkiye Türkçesindeki farkli kelimeleri tanimaya ve hatta kullanmaya baslamislardir. Samaylot yerine uçak kelimesi pek çok Türk topluluguna ulasmistir. Türkiye Türkleri de artik orun (yer), kiyin (zor), çalar (nüans), kayitmak (geri dönmek), aylanmak (çevresinde dönmek), uçrasmak (karsilasmak), tapmak (bulmak) gibi kelimeleri tanimaya baslamalidirlar. Eski Sovyetler disindaki Türk dünyasi ile iliskilerimiz de artmistir. Bati Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya, Romanya gibi Balkan ülkelerinde yasayan Türklerle artik daha sik temas hâlindeyiz. Balkanlardan gelen pek çok Türk genci de Türk üniversitelerinde okumaktadirlar. Bu ülkelerin çogunda ilk ve orta dereceli okullarda Türkçe ögretim yapilmakta, Türkçe gazete ve dergiler çikarilmaktadir. Hemen hemen hepsinden Türk televizyonlari izlenmektedir. Iran'da da Azerbaycan Türkçesiyle (Arap harfleriyle) dergi ve kitaplar yayimlanmakta, belirli saatlere mahsus olarak radyo ve televizyon yayinlari yapilmaktadir. Iran’da artik Türkçe egitim talepleri baslamistir. Irak'ta, 36. paralelin kuzeyinde birkaç yildan beridir Türkçe ögretim yapilmaya baslanmistir; Türkçe gazete ve televizyon yayinlari yapilmaktadir. Türk dili yarin nasil olacaktir? Yukarida sayilan gelismeler elbette Türk dilinin yarinini büyük ölçüde belirleyecektir. 20 yil sonra Türkiye Türkçesi, Türk dünyasindaki pek çok aydin tarafindan bilinen ve Türkler arasi plâtformlarda kullanilan bir iletisim dili olacaktir. Bu süre içinde Birlesmis Milletlerce kabul edilmis olmasi da muhtemeldir. Türk dünyasinin bazi genç aydinlari az da olsa makale, siir, hikâye ve kitaplarini Türkiye Türkçesiyle yazmaya baslayacaklardir. Onlarin, bizim yazi dilimizle yazdiklari eserlerde kendi lehçelerine ait bazi kelimeler, hatta fonetik ve morfolojik özellikler bulunabilecektir. Böylece bizler de o lehçelerden küçük tatlar almaya baslayacagiz. Süphesiz Türkiye Türklerinden yetismis bazi sair ve yazarlar da eserlerine Türk lehçelerinden kelimeler ve bazi özellikler serpistireceklerdir. Bu hem Türkiye Türkçesinin kendi kaynaklarindan beslenerek zenginlesmesine, hem de yeni tatlarla çesitlenmesine yol açacaktir. Böylece 4000 yil önce Sümer kaynaklarinda görülen agar (agir), di- (demek), dingir (tenri-tanri), dug- (dökmek), men (ben), zae (sen), zag (sag), gisig (esik-kapi) gibi kelimeler önümüzdeki bin yillarda sonsuzluga dogru yollarina devam edeceklerdir.

 
TASARLAYAN RECEP YARTASI 11-02-2007 Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol